Birkaç yıldır Türkiye’de grafik roman konuşuluyor, eskiden de vardı ama galiba ilk kez bu kadar yoğun ilgi görüyor. Bu ilgiyi yaratan isimlerden biri çizgi romanla ilgili akademik çalışmaları da olan Levent Cantek. Bu hafta çıkan Uzak Şehir, Cantek’in 2013 yılında Dumankara, Hayat Bir Yangındı albümüyle başladığı Ankara Üçlemesinin son kitabı. Hatırlayanlar olacaktır geçen yıl serinin ikinci kitabı Emanet Şehir yayınlanmıştı. 1950 yılında geçen hikâye yeteneksiz bir yazarın, bir yalancının çevresinde gelişiyordu. Uzak Şehir ise günümüzde geçen, gerçekçi ve rahatsız edici bir hikâye. Berat Pekmezci’nin çizdiği albüm, İletişim Yayınlarınca yayınlandı. Uzak Şehir’i ve üçlemeyi Cantek ile konuştuk.
Nasıl bir hikâye Uzak Şehir?
Günümüzde geçen bir kara hikâye demek gerekiyor. Yukardakiler aşağıdakiler entrikası da sayılabilir. Pek çok karakteri kenar mahallede yaşayan bir suç hikâyesi denebilir.
Neresi o kenar mahalle?
Belirli bir yer değil, ilham aldığım yerler var. Aslında şehirler birbirine çok benziyor artık. Yaşayanları farklılıklar gösteriyor ama mekân olarak, mimari olarak çok benzeşiyorlar. Berat’a çizerken faydalanması için Ankara’nın kenarlarında dolaşıyor, fotoğraflar çekiyordum, o da İstanbul’da benzer mahalleleri geziyordu, anladık ki görsel olarak çok benzeşiyor sokaklar, binalar, duvarlardaki sloganlar…
Solcu bir mahallle ama…
Sol siyasetin örgütlenebildiği bir kenar mahalle… Bu auarayı çok belirginleştirmeden kurmaya çalıştım.
Belirginleştirmekten kaçındığınızı mı söylüyorsunuz?
Evet, benim tarzım değil çünkü… Anlattığım insanların siyasetle doğrudan ilgileri olmasın istedim, sınıf atlamaya çalışan, içinde bulunduğu koşullardan yırtmak isteyen birileri olmasını istedim demek daha doğru olur… İdealize edilecek birilerini merkeze koymayı sevmiyorum. Fonda başka şeyler olabilir veya diğer karakterler bu koyuluğu – fedakârlığı taşıyabilirler ama hikâye anlatıcılarının derdi başkadır. Kaldı ki Uzak Şehir bir kara hikâye, üç anlatıcı da bütün plan ve akıl yürütmelerine karşın mağlup oluyor, ufalanıyorlar. Parayı kim yönetiyorsa oyunu o kazanıyor çünkü.
Uzak Şehir’in kahramanı Volkan ve çevresindekiler Alevi…
Evet, içerde Alevilikle ilgili göndermeler de var, Volkan hırsızlık yapan, para kazanırsa yırtacağını düşünen biri, yapıp ettiklerinden dolayı bir tür vicdan azabı çekiyor, ölen babasını arıyor. Bence erkekler, sanılanın aksine vesayet ilişkisini kadınlardan daha çok arıyorlar, bütün o büyüklenmeci hallerine karşın hep kendilerinden yukarıda birisi
olsun, kendilerini gözetsin, sınasın istiyorlar. Alevilik ise şu yüzden, senaryoyu yazarken çok insanla konuştum. Garip bir biçimde kimle konuşsam Alevi çıkıyordu, onların ilhamıyla oldu demek daha doğru…
Sonsözde yaptığınız konuşmalarla ilgili bir yorumunuz var, herkesin çok iddialı konuştuğunuzu söylüyorsunuz…
Evet, çok arka arkaya gelince dili öyle kurmak istedim, elbette sadece konuştuğum insanlar değil… Şöyle bir bakın etrafınıza herkes büyükleniyor, sosyal medyayı izleyin, kadınlar erkekler hep büyük laflar ediyorlar. Kestirip atıyorlar, ders anlatıyorlar, not veriyorlar… Televizyonlarda birdenbire celallenen, kahreden, ağlamakla küfretmek arasında salınan birileri hep oluyor. Ölürüz diyorlar, adam gibi adam, delikanlıyız, dar gelir, yaşatmayız, akıllı ol şu bu… Yaşadığımız dönemin konuşkanlığının erkekçe ve hoyratça bir tarafı var. Hep vardı da, siyasetin sertliği bunu çoğalttı.
Finalde Gezi Olayları’nı görüyoruz ama hikâyenin entrikası daha sonra ortaya çıkan Cemaatle ilgili gerilimlerle ilgili. Yanılıyor muyum?
Doğru, AKP ile Cemaat denilen tarikat arasındaki itişmeden uzun zamandan beri haberdardım, gayet de normal, çok uzun zaman iktidar olmuş bir parti içinde pek çok nedenle taht kavgası olur. Ülkeyi hep sağcılar yönetiyordu ama hiç biri bu kadar uzun süre iktidarda kalmıyordu… Aktörler hep değişiyordu. Bu kez öyle olmadı. Aralarındaki gerilim büyüdükçe büyüdü. Paranın itişmesi bu. Uzak Şehir’deki entrika da istihbaratçılar arasında gelişiyor. Biliyorsunuz faş eden olaylar da önce onlar arasında başladı.
Entrikanın merkezinde bir kadın var, hikâyeyi onun gözünden de anlatmak istemişsiniz…
Evet, Cavit’i ve Lili’yi anlatıcı olarak işin içine katarken yaptığım biraz açıyı değiştirmek, biraz anlatılanı pekiştirmekti. Lili’ye ihtiyacım vardı ama cinsellik ve cinsel gerilimle ilgili bir yönü olsun istemiyordum hikâyenin. Böyle bir vurgunun hikâyenin önüne geçmesini istemiyordum daha doğrusu. Okur, Volkan ile Lili arasında bir şey olabileceğini düşünecekti ama Lili gibi profesyoneller Volkan gibilerine gönül indirmezler… Melodramatik bir başka ima vardı, Selcan’la ilgili. Selcan hikâyenin en sevdiğim karakterlerden biri, güçlü, akıllı, olup bitenlerin farkında…
Çizgi romanın siyasetle ilişkisi nasıl sizce?
Siyaset derken muhalefetle ilişkisini kast ediyorsanız, yok demek gerekiyor. Çizgi romanlar, bütün popüler kültür ürünleri gibi sağ eğilimlidir. Milliyetçidir, şovendir, erkektir… Genelleme yaparken istisnalardan söz etmenin bir anlamı yok.
Uzak Şehir, muhalif bir hikâye mi?
Bunun cevabını ben değil okurlar verebilir, tek diyebileceğim şu: grafik romanlar çizgi roman dünyasının muhalifleridir, hayatla, dünyayla, vasatlıkla dertleri vardır, daha iyi hikâyeler anlatmaya çalışırlar.
Son soru, Uzak Şehir’le birlikte Ankara Üçlemesi bitti. Neyi anlatmak, ortaya çıkan hikâye evreniyle neyi vurgulamak istediniz?
Aklımda hep daha az anlatılanı anlatmak vardı. İşin doğrusu asıl meselem Ankara değildi, Ankara’nın az anlatıldığını biliyorum, bu durum elimi rahatlatıyor ama ben bir güzelleme yapmıyorum, aksine kirli bir şey gösteriyorum, o kirin içinde savrulan insanları anlatıyorum. Edebiyat ve iyi hikâye, bence azlıkla, az olanla, daha açık söylersem vicdanla insanla ilgilidir. Asıl derdim o. Daha ayrıntılı bir şey söylemem gerekirse, iki ayrı felsefe vardır karşıtlık olarak gördüğüm. Biri “insan, insanı iyileştirir” diğeri, buna tamamen karşıt olan “insan, insanın kurdudur” düşüncesi. Ben galiba hep bu çatışmayı anlatıyorum.
Söyleşi: Serdar Çallıoğlu – edebiyathaber.net (6 Kasım 2015)