Öykücü Gamze Güller’in ilk romanı “En Çok Onu Sevdim”i, sevdiğine bizi inandırıyor. Kitap yeni, hakkında çok şey yazıldı. Bu kitabı atladığımı sanmayın. Sadece ortalık durulsun diye bekledim.
Yuttum kitabı, bir yudumda okudum. Bir novella. Gamze Güller az dinlememiş evlerin duvarlarını. Ev de ona az yarenlik etmemiş. Romandaki ev canlı bir şahsiyet.
Evlenmek üzere olan Asuman ve Mete, yeni, akıllı evleri henüz bitmediğinden geçici olarak eski bir semtte eski bir eve yerleşirler. Bir ev daha girer hayatlarına. Mete evi baştan itibaren sevmez, aşağılar.
Minimal bir anlatım. Akıcı cümleler. Kolay anlaşılır bir dil. Merak ettiren bir kurgusu var. Teklemeyen naif bir metin. Tornadan çıkmamış, el işi bir roman.
Görsel bir metinle karşı karşıyayız. Anlatılanlar hemencecik gözünüzde canlanıveriyor. Görsel hafızamızı besliyor. Okuyan da biçim verir yazılana. Kafamda o eski evi hayal ettim. Mavi koltuğu… Mavi koltuk bir leit-motive, devamlılığı var.
Yalnızlık içinden çıkılası bir şey mi? Asuman çıkmıyor. Çıkmak istemiyor. Yalnızlığınızın üzerine ne inşa ettiğiniz önemli. “Ağlarken fotoğrafı yok kimsenin. Dertliyken, tasalıyken, yapayalnızken.” diyor Asuman. Bu da yalnızlığımızın bir parçası.
Baş karakterimiz Asuman’ın nesnelerle kurduğu ilişkiye şapka çıkarıyorsunuz. Nesne fetişizmine kadar varıyor Asuman. Mazisi olan evlere ve nesnelere ve “şey”lere düşkün.
Aynı zamanda bir mimar olan Gamze Güller, romanındaki detayları titizlikle seçerek yerleştirmiş. Ortaya bir nesneler senfonisi çıkmış. Bu senfoninin şefi, mimar titizliğini kitabın sonuna kadar sürdürüyor, sürüklüyor.
Betimlemeler çok güzel ve özgün. Evlere daha farklı bir gözle bakmaya başlıyorsunuz. Geçmişin tuzla buz oluşuna bir methiye. Yeninin gelişine naif bir direniş. Okuru diri tutan bir dil. “Buranın en kalıcı anısı da bu kokuydu işte” diyerek, evi beş duyusuyla birlikte hissediyor Asuman.
Kimine göre “kasvet” olan bir ev, kimine göre “cennet” olabiliyor. Asuman’ın “yaptığı” ve Mete’nin “yapamadığı” durumlar çok iyi verilmiş. Taban tabana zıt iki sevgili… “Gözlerini açtı Asuman. Evle göz göze geldiler. Ev onları izliyordu.”
Sesler nesnelerin eksiklerini tamamlıyor. Geçmişe özlem, eskiye düşkünlük…
Çağrışımları not alıyorum. Çağrışım koşulları, biçimleri beni ilgilendiriyor. Bu kitabın çağrışım alanı çok yüksek. “Yepyeni eskiler peşindesin.” diyor Mete.
Sevişme fragmanları çok dozunda ve kadının bütün duygu durumunu ortaya döküyor. Anlıyoruz ki Asuman eviyle sevişiyor, Mete ise yine anlayamıyor. Sevişirken bile Asuman’ın duygularını hiç hissetmiyor.
Evle birlikte mutlu bir yaşam da satın aldıklarını düşünenler için verilen gazete ilanları, toplumsal paranoyamıza ışık tutuyor. Reklamların nasıl da yalan ve büyük birer balon olduğunu anlarız. Taşınırlarsa eğer, “Peki burada yaşanan onca şey, söylenmiş sözler, kahkahalar, gözyaşları ne olacak?” der Asuman.
Biraz Michel Tournier’in nesnelerle kurduğu marazi ilişkiyi çağrıştırıyor kitap.
“…sifonu çektiklerinde tarih öncesi bir yaratık bütün evi içli içli ağlayarak geziyordu.” derken Asuman evin, ahraz evin adına konuşuyor aslında.
Falcıya gitme bölümüne bayıldım. Çok zekice düşünülmüş. Kontur atak gibi, hızla gelişiyor ve hüsranla sonuçlanıyor. İlk defa bir falcının falına bakıldığının tanığı oluyoruz.
Her ailenin içinde bir yara. Şu hoyrat dünyada birbirimizi sevmekten başka ne kaldı? “Hepimiz aynı şeyin zerreleriyiz.” cümlesini kuruyor Gamze Güller ve “Sesi vınlamanın içinde, gücü Mümtaz Bey’in kollarının arasında kayboldu.” diyor.
Finalden önce bir bölüm var ki şaşırtıyor okuru. “En çok onu sevdim!” Orayı anlatırsam sürprizi kaçar, büyüsü dağılır. Metaforik bir final! Ve diğer “şey”ler kitabın içinde… Gerisini belki de söylemedim sadece aklımdan geçti.
Gamze Güller’in kitabını okuyun, sonra da ev değiştirirken bir daha düşünün.
En sevilen en acıtır!
Tarhan Gürhan – edebiyathaber.net (9 Kasım 2015)