I
Can Kozanoğlu, internetin bu kadar yaygın olmadığı, medyanın yandaş, candaş, yoldaş gibi sıfatlarla nitelenip birbirini bu denli görmezden gelmediği yıllarda benim de içinde bulunduğum bir grup insanın takip etmeye çalıştığı ve bir çeşit kutup yıldızı olarak algıladığı birkaç önemli isimden biriydi.
Aynı dönemlerde, yaptığı televizyon programlarıyla, kent kültürü ve popüler kültür üzerine yazdığı yazıları ve kitaplarıyla da okurlarını/seyircilerini bir yerden bir yere taşıyabilmiş bir gazeteciydi.
Sonrasında televizyonlardan yavaş yavaş kayboldu, yazıları azaldı, eski kitaplarının yeni baskıları yapılmadı ve neredeyse on yıl boyunca yeni bir kitabı yayımlanmadı.
Acemi Eğitimi’ni, on yıllık suskunluğun başlangıcındaki kitap olarak niteleyebiliriz. Can Kozanoğlu adeta, okurlarının ağzına bir parmak bal çalarak kenara çekildi ve biz okurlarını da uzun bir bekleme dönemiyle baş başa bıraktı.
Bu suskunluk yakın zamanda Acemi Eğitimi’nin yeni baskısının yapılmasıyla ve bu kitabın bir nevi devamı olarak nitelenebilecek Yalan Yıllar’ın yayımlanmasıyla son buldu.
II
Acemi Eğitimi kapak tasarımıyla, içeriğine dair önemli ipucu veren kitaplardan. Bu nedenle olsa gerek, kitabın ilk baskısını yapan İletişim Yayınları’ndaki kapakta ve yeni baskının yapıldığı Can Yayınları’ndaki kapakta aynı fotoğraflar kullanılmış.
Bu fotoğraflar, Kozanoğlu’nun dedesinin arkadaşı Reşat Bey’in verdiği öğütle birleşince Acemi Eğitimi için okuma kılavuzu işlevi görüyor:
“… İşte bu yüzden diyorum ki, bazen en basit hakikatler çok inanılmaz görünür ve inandırıcı olmak için hakikatleri değiştirmek zorunda kalırsın. Bu lafımı unutma tamam mı?
Unutmadım.” (s. 14)
Reşat Bey’in öğüdünü unutmadığını daha kitabın başında vurgulayan Can Kozanoğlu bir anda tüm anlattıklarını bir sis perdesinin ardına gizlemiş oluyor ve belki de bu sayede sırtındaki yumurta küfelerinden kurtulmanın verdiği güvenle son derece içten bir dille ailesine, çocukluğuna, ilk gençliğine ait hatıraları ardı ardına anlatmaya başlıyor.
Biz okurlar da anlatılanların ne kadarının gerçek ne kadarının hayal ürünü olduğunu bilmediğimiz sayfaları büyük bir rahatlıkla okumaya başlıyoruz. Zaten sayfalar ilerledikçe görmeye başlıyoruz ki okuduğumuz sayfaların gerçek ya da kurmaca olmasının bir önemi yok. Önemli olan cin gibi bir çocuğun gözlemlerine dayanarak yazılmış ve müthiş bir edebi lezzet barındıran kitabın kendisi.
Acemi Eğitimi, yüzünüze yerleşen gülümsemenin silinmesine fırsat vermeyen kitaplardan. Her bölümü “bu kadar da olmaz” ya da “kitabın en iyi bölümü burasıydı” diyerek okuyor sonraki bölümdeyse yine aynı şeyleri düşünmeden edemiyorsunuz. Kitap bittiğindeyse çember kapanıyor siz de başladığınız noktaya geri dönmüşçesine yeniden okumaya başlıyorsunuz. Bu sefer tüm öyküyü bilmenin verdiği rahatlıkla istediğiniz sayfadan başlayabiliyorsunuz.
III
Can Kozanoğlu Acemi Eğitimi’nde geleneksel mizaha yakın duran bir dil kullanmayı tercih etmişti. Yalan Yıllar’da ise kara mizah daha belirgin. Bu tercih kitap kapaklarına hâkim olan renklerle de vurgulanmış.
Kozanoğlu, Yalan Yıllar’da kendi başarısız roman yazıcılığını ve medya sektöründeki başarısızlık öykülerini anlatıyor gibi yapıyor ama asıl olarak sektördeki kirlenmeyi ve gazeteciliğin gidişatını olabilecek en ince şekilde eleştiriyor. Bunu yaparken tüm örnekleri kendi üzerinden verdiği için de kimseyle gereksiz bir polemiğe girmesine gerek kalmıyor.
Kitabı okurken, Acemi Eğitimi gibi Yalan Yıllar’ın da yarı kurmaca olduğu gerçeğini unutmamak önemli. Bu durum, Reşat Bey’in yukarıda alıntıladığım nasihatinin Yalan Yıllar’da da tekrarlanmasıyla kitap içinde vurgulanmış olmasına rağmen yetmemiş olmalı ki Can Kozanoğlu yakın zamandaki röportajlarında kitabın kurmaca olduğunu ve anlatımı rahatlatmak adına tüm olayları kendisi yaşamış gibi yazdığını tekrar tekrar belirtme gereği duymuş:
“Kitaptaki hikâyelerin hangisi kurgu hangisi gerçek belli değil. Kozanoğlu zaten bu konuda çok net “Ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu sorusuna net cevap vermem. Kitabın oyunu bozulur” diyor.” (Radikal Kitap, 24.04.2015)
“Herkes başarı hikâyesi peşinde. Birkaç örneği ayırırım, bizim meslekten insanların anı kitaplarında çok ilkeli, hiç yanlışı olmayanlar karşımıza çıkar. Başarısız da olursun, savrulursun, yanlış da yaparsın, bunun için örnek gerekiyordu. En kolay hedef bendim, kendimi seçtim. Kitap bittikten sonra acaba kendime fazla mı yüklenmişim diye de düşündüm.” (Cumhuriyet, 12.04.2015)
“Neyin doğru olduğuna inanmak istiyorsanız o doğru, neyin kurgu olduğuna inanmak istiyorsanız da o kurgu. “Şu bahsettiğin olay gerçek mi? O bahsettiğin adam kim? Şu karakter gerçek hayatta şu gazeteci mi?” sorularıyla o kadar çok karşılaşıyorum ki kurgunun ağırlıkta olduğunu söyleme ihtiyacı hissediyorum. Ortam, ortamın genel havası gerçek. Zaten herkesin tanıdığı pek çok isim geçiyor kitapta. Ama ana dramlara, skandallara konu olan karakterler genelde kurgu.” (Medyatava, 04.06.2015)
“Kitapta Can Kozanoğlu diye anlatıyorum. Benimkine benzer hayat süren, benim geçtiğim yerlerden geçen bir adam ama aslında bire bir ben değil. Kitabın sonundaki hüzünlü, yıkılmış, artık hayatta kaybedenler safına geçmiş, kalbi kırık, yaşlı gazeteci tipi benim şu andaki halim, benim şu andaki psikolojim değil. Belki şunun ayrımını iyi koymak lazım; kendi çevremizde esprisini yapıp güldüğümüz şeyler var. Ama belli bir çevrenin dışına çıkınca senin o espri anlayışın pek anlaşılmıyor. Bu kalbi kırık, fazla romantikleşmiş, yaşlı kurt gazeteci havası bizim kendi aramızda eğlendiğimiz bir şey. Gerçekten zor durumda olanları söylemiyorum, işi biraz vitrine çevirenler var ya, onları söylüyorum. Kendi kafamın içinde o bölümleri çok eğlenerek yazdım. Ama benim eğlenerek yazdığım şeyler “adamın ne kadar kalbi kırılmış” gibi algılandı.” (Medyatava, 04.06.2015)
“…kitaptaki karakterin başarısız olması, bolca hata yapması gerekiyordu. O hataları da başkalarının üzerine atana kadar en kolayı kendi üzerimden yapmamdı. Kitabın sonundaki adam işsiz, parasız, sürünen de bir adam. En azından o kadar kötü bir durumda olmadığımı söyliyim de çok acımasınlar bana.” (Medyatava, 04.06.2015)
“Kitapta ‘Zamanın gerisinde kaldım, nal topladım’ diyorsunuz. Neden böyle oldu?
Ama o kitaptaki Can! (Gülüyor). Aslında çok benzer Canlar ama kitabın sonunda geldiğimde çökmüş, dağılmış, her şeyin çok gerisinde kalmış, işsiz güçsüz, parasız adam değilim. İnsanlar o kitapta yazılanlara tahminimden daha fazla inandıkları için yakında birileri, ‘Abi madem bu kadar işsiz kaldın, sürünüyorsun’ diyerek para teklif edecek filan zannediyorum…” (BirGün, 27.04.2015)
IV
Yalan Yıllar’da Kozanoğlu’nun başarısız roman yazma girişimlerinin de anlatıldığını belirtmiştim. Kitapta, yazılamayan romanlarından “tadımlık bölümler” mevcut. Bu bölümleri okurken sığ oldukları halde “çoksatar/bestseller” olarak adlandırılan onlarca kitabın aklınıza gelmemesi mümkün değil. Can Kozanoğlu bu alıntılar sayesinde başarılı pazarlama stratejileri sayesinde yüz binler satan kitapları ve yazarlarını eleştirmeyi de es geçmemiş.
Kısacası, Kozanoğlu, Acemi Eğitimi’yle kendi çocukluğu üstünden bize bir dönemin ruhunu başarıyla aktarabilmişti. Yalan Yıllar’da da yine dönemin ruhunu hissetmemizi sağlayabilmiş.
Bu başarıyla birlikte iğneyi kendine batırırken çuvaldızı da medya sektörüne, çalışanlarına, gazetecilere, yayıncılara ve yazarlara batırmayı ihmal etmemiş.
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (10 Kasım 2015)