Hakan Kulaçoğlu’nun Hep Uzağa Pek Ağır adlı ilk öykü kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Kulaçoğlu kitabında hekimlerin ve hastaların dünyasından Trabzon’a, futboldan umutsuz aşklara, para üzerine kurulu hayatlardan Yeşilçam melodramlarına tutkun insanlara dek uzanan geniş bir konu zenginliği sunuyor. Yazarla karakterlerinin gerçek kişilerle olan bağı, kitabına neden sonradan bir kötülük hikâyesi eklediği ve sevdiği edebiyatçılar üzerine söyleştik.
Kitabın adıyla başlayalım, neden Hep Uzağa Pek Ağır?
Hayatımdaki en zor dönemlerden biri Trabzon’dan ve ailemden ayrılarak üniversite için Ankara’ya geldiğim yıldı. Bu ayrılık beni çok hırpalamıştı. Şehrimden, annemden, babamdan, kardeşimden uzakta olmak bana pek ağır gelmişti. Ondan sonrası hep daha uzağa ayrılıklar şeklinde geçti zaten, çoğu yaşamdaki gibi. Son birkaç yılda da aile büyüklerimizin çoğunu kaybetmemiz, bir de yaşları benden küçük çok değerli iki doktor arkadaşımın zamansız ölümü ağır tahribat yaptı ruhumda. Herkes sürekli uzağa, daha uzağa gidiyordu sanki. Sonra oturup bir buçuk ayda bu öykü dosyasını döktüm yazıya.
Öykülerde göze çarpan bir iyicillik var, fakat bunu en sondaki “Hesabı Biri Ödemeli” adlı öyküyle kırdığınızı düşündüm. Orada bize bir kötülük hikâyesi anlatıyorsunuz. Bunun arka planını merak ediyorum. Bir tercih miydi yoksa kendiliğinden mi ortaya çıktı?
Sevgili Editörüm Levent Cantek dosyayı okuduktan sonra bir eksiklik hissettiğini, neredeyse hiç kötü karakter olmadığını söyleyerek bir kötülük öyküsü istedi. O sırada mesleki bir konu için iki haftalığına Berlin’e gidiyordum ve oranın bir yazarlar kenti olduğunu biliyordum. Literaturhaus kafede iki yeni öykü yazdım ve kitap orada tamamlandı. Cantek çok titiz davrandı, beni yordu ama hakemli bilimsel yayıncılık geleneğinden geldiğim için editoryal müdahalelere alışkındım, çok yararlandım. “Hesabı Biri Ödemeli” hikâyesinde, canla başla çok zor şartlarda çalışan binlerce hekime en büyük zararı veren az sayıdaki kötü niyetli ve faydacı meslek erbabını hicvetmeye çalıştım, olabilecek en kötü haliyle. Yazarken de vatandaşın hekimler hakkında en çok başvurduğu yöntemi tercih ettim özellikle: Abartma yöntemini…
Öykülerinizde karakter çeşitliliği göze çarpıyor. Bunlar arasında iyiler de var kötüler de. Sizin için iyileri mi yoksa kötüleri mi yazmak daha keyifliydi?
Doğrusu, iyileri çok hissederek, kötüleri ise çok eğlenerek yazdım. Zaten kötüleri gözlemlemekten hep keyif almışımdır, zira o kötü kişiliklerin altında yatan güçsüzlüğü, dayanıksızlığı, çaresizliği süzebiliyordum. İyileri yazarken hüzünlü, kötüleri yazdığımda ise esprili olduğumu gördüm. Her iki tarafı da samimi, hakiki şekilde anlatmaya çalıştım.
Aslında bir önceki sorumun uzantısı gibi olacak, bu karakter çeşitliliği arasında gerçek hayatta karşılaştığınız kimselerden ilham aldıklarınız oldu mu?
Elbette var. İlk öyküdeki yani Safiye Deniz Mavi’deki Cabir Amca Üç Hürel grubunun öz amcası meselâ. Bende çok iz bırakan bir mahalle büyüğümüzdü. Bunun dışında çoğu karakter gerçek hayattan yola çıkılarak yaratıldı. Bazıları ise birden fazla karakterin birleşmesiydi. Galiba birçok yazar aynı yoldan yürüyor. Gerçek hayattan yola çıkıp kurguya geçiş yapmak, sonra tekrar tekrar gerçeklere dokunmak bu işin doğası sanırım.
Son olarak, kimleri okursunuz seversiniz? Edebiyat anlayışınızı okur olarak nasıl tanımlarsınız?
Dönemsel olarak öykü ile roman tercih dönüşümlerim oluyor. Türkçe edebiyatı yakında takip etmeye çalışıyorum. Eskilerden Tanpınar ve Sabahattin Ali başköşemde yer alıyor. Modern edebiyatçılarımızdan ise Ayfer Tunç, İhsan Oktay Anar, Hamdi Koç, Zülfü Livaneli, Murat Menteş, Sezgin Kaymaz, Cemil Kavukçu farklı türlerdeki favori yazarlarım içinde. Dünya edebiyatından Charles Bukowski ve Kurt Vonnegut ayrı bir yerde benim için. George Orwell, Milan Kundera, Jose Saramago, Stefan Zweig, Gabriel Garcia Marquez ve Jean-Christopher Grangé büyük hayranlıkla okuduğum yazarlar. Murakami ve öncesindeki Japon edebiyatı da kendimi çok iyi hissettiğim bir evren. Bir de Nihat Genç’in gerçekten edebiyat yaptığı kitaplarını severim. Ne zaman writer block olsam, onu okuyup yazmaya dönerim. Keşke daha çok edebiyat yazsaydı.
Söyleşi: Leylâ Tezer – edebiyathaber.net (19 Kasım 2015)