“Hiç kimse tek başına yaşamak istemez, yalnızlık insana acı verir. Yalnız insan, her gün hep aynı şeyi, hep aynı günü yaşar ve bundan kaçmak için yanar tutuşur ve günün birinde bu korkunç aynılığı bozacağını sandığı birine rastlayıverir. Ona bakıp bakıp kendini arar durur,” cümleleriyle iki yalnız kadının hayatına dokunuyor Neşe Cehiz. Can Yayınları’ndan çıkan son romanı Cüceler’de, Nergis’in acılarını, yalnızlığını, çocukluk travmalarını, eşiyle ve çocuklarıyla olan hayatını, herkesi, her şeyi bir anda nasıl terk ettiğini ve yeniden doğuşunu anlatırken, bir yandan da kurgu içinde yazar olarak başkarakterlik rolünü Nergis ile paylaşan Evren’in hayatından kesitleri kaleme alıyor. Böylece kurgu, tek bir karakter üzerinden değil, hayatları bir yerde kesişmiş olan iki kadından birisinin diğerini anlatmaya çalışmasıyla aktarılmış oluyor.
Nergis, sıradan bir ev kadını olsa da, hiç de sıradan bir hayata sahip olmayan bir karakter olarak okuyucuyla tanıştırılıyor. Sabrının sonuna geldiğini hissetmesiyle ve geçirdiği bunalım sonucu evini terk ediyor. Bunca yıllık sıkışmışlığının sebepleri arasında eşinin duyarsızlıkları, yalanları olsa da, arka planda ve temelinde çocukluğundan bugüne gelen, babasıyla hesaplaşmasını gerektiren konular olduğu bir bir ortaya çıkıyor. Ayrıca, Evren Nergis’i anlatırken, ensest ve pedofili hakkında da farkındalık yaratıyor.
Okuyucu, Nergis’in hayatını okurken, küçük bir kız çocuğunun acılarına, bir eşin aldatılışlarına, bir annenin çocukları tarafından aşağılanmasına, bir kadının belki de kadınlığından dolayı yaşadığı gel-gitlere tanık oluyor. Yani kurgu temel olarak, kadın olmanın zorluklarının, kadınlığın kimi zaman, hatta belki çoğu zaman karşı cins tarafından yalnızca cinsel bir obje olarak görüldüğünün, bir kadının kendi ayakları üzerinde duramaması halinde kendi çocuklarından bile değer göremeyişinin, kısacası kadının kadın olmaktan doğan, kadınlığından ileri gelen yaralarının sorgulanmasına kapı aralıyor.
Romanın giriş bölümü, belki de en ilgi çekici bölümü olarak değerlendirilebilecek nitelikte. Roman, Evren’in, Nergis hakkında yazmak istediği kitabının ilk cümleleri ile başlıyor. Evren, gülümsüyor kendi kendine. “Bu defa fena başlamadım,” diye düşünerek devamını getiriyor. Kurgu boyunca elinden düşürmediği spiralli çizgili defterine, içinden geldiği gibi ama bir roman haline getirilecek biçimde, düzeltmelerini sona bırakarak ve kendini kaleminin akışına kaptırarak yazmaya başlıyor. Kitap içinde kitap yazılmaya çalışılıyor oluşu da, Cüceler’i, klasik romanlardan uzaklaştırıyor, okuyucuyu hem bir yazarın dünyasına hem de yazara dert olan, onu yazmaya iten, anlatmak istediği karakterinin dünyasına sürüklüyor.
Başkarakterlerden birisi yazar olma yolunda ilk adımını attığından, okuyucunun ilgisi yalnızca yazılmak istenen karakter ile sınırlı tutulmamış oluyor. Böyle bir kurgu, okuyucuya, yazar olmak isteyen başkarakterin, yazma sorunsalıyla ilgili iç dünyasına da şahit olma şansı sunuyor. Evren bir yazar olarak, yazma sürecindeki tıkanmalarını, bir anı yazarken aklına bambaşka bir olayın gelmesiyle unutmamak için o olayı not alma şeklini, yemekten, içmekten çok sigaraya sığınmasını, önce defterine yazıp sonra bilgisayara geçirmeye karar verişini, silip silip baştan başlamalarını, uykusuz kalışlarını, karakterini daha iyi tanıtabilmek için verdiği uğraşları, detaylarıyla okuyucuya aktarıyor. Dolayısıyla, bir yazarın ilk denemesi olsa da, kitabını yazarken yaşadığı sancılar gözler önüne seriliyor.
Cüceler aynı zamanda günümüz siyasi ve sosyal olaylarına da atıflarda bulunan bir roman. Evren’in sıklıkla olmasa da, ara ara, siyasilerden, siyasi olaylardan dem vurması, tarafını belli etmesi, en azından neyi savunmadığının anlaşılması için verdiği detaylar gözlerden kaçmıyor. Gezi Parkı’ndan, ‘hükümetin adamlarından’ bahsedişi, Nergis’in kocası olan Hayri karakterinin sırtını muhafazakar parti liderlerine dayayarak servetine servet eklemesi, daha da ileri giderek “çok sevdiğini” yazdığı siyasi isimlerin açık olarak yer alması da oldukça dikkat çekiyor.
Kurguda ilgi çekici bir başka nokta ise, Evren’in, Nergis’in geçmişini bildiği şekliyle yazarken, geleceğine ilişkin olarak yazacakları konusunda hayalinde yarattıklarının bir süre sonra gerçek olmaya başladığını fark etmesi. Bir yazar olarak, yalnızca hayal ürünü olmayıp, gerçek hayatta var olan, maddi olarak yer tutan bir karakterin bundan sonraki hayatının kendi kaleminin ucunda olduğunu görmesiyle, kitabının sonunu değiştirmeye karar verdiği anın yazıldığı satırlar, sıra dışı bir romanın okuyucuyla buluştuğunu bir defa daha gözler önüne seriyor.
Bir yazarın yazdığı kitabın temel alındığı romanda elbette ki “ben” dili kullanılıyor. Cüceler’i diğer kitaplardan biçim bakımından ayıran nokta ise, Evren’in yazım aşamasında, yazım kurallarını hiçe sayarak devam etmesi. Kimi zaman nokta, virgül kullanmıyor, kimi zaman cümleye küçük harfle başlıyor. Yazılmak istenen bir roman taslağının, esas romanın kurgusu içerisinde böylesine çalakalem bir halde okuyucuyla buluşması, romanın bu bakımdan da alışılmışın dışında olduğunu belli ediyor. Bununla birlikte, romanda okuyucunun belki de ilk kez karşılaşacağı türden pek çok kelime, pek çok cümle mevcut. ‘Pek gülüncüm’, ‘mükemmelen’, ‘tumturaklı cümleler’, ‘zıngadanak’ ve bunlar gibi kelimelerin bulunması, okuyucunun dikkatinden kaçması mümkün olmayan kelimeler olarak varlığını ortaya koyuyor.
Nergis’in hayatı romanlara konu olacak türden, orası kesin. Ancak Evren Nergis’in nasıl da evrildiğini kendi gözleriyle görerek O’nun sonunu keyifle yazarken, kendi yalnızlığıyla baş başa kalıyor. İşte “Cücelerin hikayesi” tam da burada devreye giriyor. Anlatım tarzıyla, kurgusuyla farkını ortaya koyan Cüceler, sonuyla da okuyucunun aklında kalmayı başaracak türden, özgün bir roman, hatta bir ‘kadın romanı’ olarak karşımıza çıkıyor.
Gamze Erkmen – edebiyathaber.net (20 Kasım 2015)