Fanzin: Hayat’la bir gün | Berna Olgun

Şubat 29, 1980

Fanzin: Hayat’la bir gün | Berna Olgun

cincin-mahallesi-nde-esrarengiz-sandikBirbirine yapışmış rimelli kirpiklerini güçlükle ayırdı Hayat. Gözleriyle, yattığı yerden bütün odayı şöyle bir taradı. Etraf darmadağınıktı. Gece çıkarıp attığı ışıltılı giysileri, en yükseğinden ayakkabıları, 90’lardan kalma, çakma yılan derisi çantası ve peruğu yerdeydi. Odaya ağır bir parfüm kokusu hakimdi. Kirli camdan içeriye güçlükle giren sabah güneşi, yıllardır yıkanmamış perdelerin, örtülerin üstündeki toz kitlesini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu.

Onu uykudan uyandıran sokak satıcılarına okkalı bir küfür savurdu. Zaten küfürsüz konuştuğu görülmemişti ki.

Yorgun bedeni, güçlükle sıyrıldı yataktan. Yastığının altında sakladığı, yünü eskilikten keçeleşmiş, pembe bebek patiğini hasretle eline aldı, her sabah yaptığı gibi öptü, kokladı. Burnunda tütüyordu kızı. Son kez geçen kış görmüştü Melek’i annesinin yanında, Adapazarın’da. Ağlamaya başladı.

Hayat, güzel bir kadın değildi. Seyrek saçları, kavisli burnu, düğme gibi gözleri vardı. Gülüşü güzeldi, ama çok nadir güldüğü için çoğu insan bu anı yakalayamamış olabilirdi. Tabii işini yaparken şuh kahkahalar atardı, o ayrı.Bir de peruk takardı.Şimdi, yerde duran, sigara kokulu sarı peruğu.

Gözlerindeki yaşları elleriyle sildi. Akan rimeli, yüzünü gecenin karanlığı gibi siyaha boyamıştı.

“Bu evde uyumak ne mümkün” diye düşündü, yüzünü yıkarken. Çinçin’in arka sokaklarında; çocukların, sokak satıcılarının, kapı önünde çekirdek çitleyen, dedikodu yapan kart sesli kadınların bağırışları arasında uyumak ne mümkündü.

Birbirinin aynı günlerden biriydi yine. Şimdi kapı çalacak o kart sesli, dedikoducu komşu Satı, elinde çay tepsisiyle odanın ortasında arz-ı endam edecek, sonra da  her sabah yaptığı gibi “kız bu ev mi pis, yoksa bana mı öyle geliyor?” deyip, son bilgileri vermek üzere diğerlerinin yanına gidecekti. Bu ritüel her sabah yaşanırdı. ‘Evde biri var mı, yok mu araştırmasıydı’ Satı’nın yaptığı, öğlen dedikodusuna malzeme topluyordu, çay bahaneydi.

Meşhur küfürlerinden bir kaçını sıraladı Hayat. “Yetti,” dedi. “Yarın  gelsin kaynar çaydanlığı başından aşağıya dökeceğim  o.…nun.”

Maltepe’de bir pavyonda çalışıyordu. Çocuğunun babası, kendi elleriyle getirmişti onu pavyona. Az bir paraya satmış, sonra da yok olup gitmişti. O gün bu gündür ‘Hayat’tı işte Fatma. Annesinden başka kimsesi yoktu. Kazandığı paranın çok azını alır, kalanını onlara yollardı. Kızı Melek içindi her şey.

Gece hoyratça yere fırlattığı iş kıyafetlerini, özensizce çantasına yerleştirdi. “Ooo çok geç kaldım” diye söylendi. Pavyonun temizliği de ondan soruluyordu çünkü. Bir an evvel gitmeliydi. Hayat gibi, yüzüne pek bakılmayan kadınlara patron tam ücret verecek değildi ya? Her işi yapacaktı o da.

Evden çıktı. Sonbahar bitmek üzereydi. Son yaprakların, kuru dallarla vedası vardı yollarda. Durdu, seyretti. Melek’inin yüzü gözlerinde, yürüdü gitti.  

Berna Olgun – edebiyathaber.net (26 Kasım 2015)

Yorum yapın