Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi, sürekliliğini ve kalitesini edebiyat dünyasında kanıtlamış bir dergidir ve titiz bir çalışmanın eseridir, müdavimleri iyi bilir. Derginin yayın ekibinde yıllardır çalışan Fulya Bayraktar’ın yakın zamanda bilindiği üzere NotaBene Yayınlarından “Yuh!” adlı öykü kitabı çıktı. Dergicilik sabır işidir, dergi mutfağında yalnızca gelecek sayı, metinler, tasarım pişmez. Bu işi yapan kişiler de pişip olgunlaşırlar. Zaman içerisinde sayısız metin ve eser okumuş, birçok edebiyatçıyla tanışmış, söyleşiler yapmış olmak insana en iyiyi de kötüyü de kolayca ayırt edebilen bir göz kazandırır. Ancak okuduğunun niteliğini ölçen, pahasını biçebilen bu bakış, kendine karşı da giderek acımasızlaşmıştır. Edinilen bilgi ve deneyim insanın elini kolunu bağlar bir yandan, kendi adına adım atmayı engeller. Bu nedenle yıllardır dergicilik yapan, dergilerde olgunlaşmış bir yazarın öykü kitabı çıkarması dikkate değer bir durumdur.
Bayraktar, kitabının daha ilk öyküsünde oturmuş, başarılı üslubuyla sarıp sarmalayarak okuyucusunun kalbini çalıverir. Bir solukta okunacak kitaplardandır, “Yuh!”. Ancak siz onu, usul usul tadını çıkararak okumayı da tercih edebilirsiniz. Çünkü öykülerin içerisinde yazarının estetik duyarlıklarını taşıyan nefis cümleler, tespitler, gözlemler yer almaktadır. Yazar ‘harflerin ağırlığı’nı ince ayar dil terazisinde ölçüp biçer. Sözün izini sürer, kelimelerin -çağrışımlarını duyup, duyurarak- hakkını verir, onların anlam derinliklerini ve yoğunluğunu iyi bilir, değer katarak anlatır ve olay kurar. Kelime seçimi tesadüfi değildir, öykülerde rastgele kurulmuş bir cümle de yok gibidir. Hatta “Harflerin Ağırlığı”, “Bastıra Bastıra” gibi öykülerde kurgu bizzat dil, sesler ve kelimeler üzerine inşa edilmiştir. Bu mânâda yazarın usta bir dil işçisi olduğu ilk bakışta söylenebilir.
“Yuh!”un detayları seven, incelikli, duyarlı, başkaları adına sancılar çeken bir kadın yazarın kitabı olduğu her hâlinden bellidir. Kapak görseli bile bu durumu destekleyecek biçimde hazırlanmış. Kitabın kapağını açar açmaz içerisinden toplumun hemen her kesiminden genç yaşlı, zengin fakir bir sürü kadın, hikâyesi ile önümüze dökülüverir, zihnimize konuk olur, kalbimizi sızlatır. Bu nedenle “Yuh!” ağırlıklı olarak kederli kadınlar kitabıdır. Toplum tarafından yaşamı güçleştirilmiş, bastırılmış, köşeye sıkıştırılmış, çilekeş kadınlardır bunlar. Ama ezik değil onurludurlar; bilakis acıya tahammül göstererek, dayanıp direnerek güç kazanmış; anaç, merhametli, vefalı, sabırlı yönleriyle etraflarındaki insanlara destek olup yardım eden, evlatlarına sahip çıkan kadınlar… Bayraktar aldatılmış, aldanmış, reddedilmiş, sevilmiş ama hissettirilmemiş, örselenmiş kadınları tek tek anlatarak, aramızda yaşayan ve bu türden acılar çeken dilsiz kadınların sesi olur. Onlara sahip çıkar, yaralarına dokunur, sever, öper, bize de sevdirir. Kitapta “Gül-be-yaz’a”, “Pembe ve Leyla” gibi bazı öykülerin ana kahramanı erkektir ancak bu kahramanlar da naif, kırılgan ve hassas tiplerdir. Kadın dünyasından anlarlar, sevdikleri kadınlara büyük bir aşk, saygı ve hayranlıkla bağlıdırlar.
Kitap “Harflerin Ağırlığı”, “Bastıra Bastıra” ve “Bitik Söz” başlıklı üç bölümden oluşmaktadır. Başlıklar içerisindeki öykülerde tematik ve teknik bakımdan benzerlikler bulunur. “Yuh!”ta anlatım teknikleri, kurgusal yapısı birbirinden farklı öyküler yer alır. Genel olarak klasik olay örgüsü tercih edilmişse de bazı öykülerde yazar, an öyküsü kurgulamayı da dener. “Silsile”, “Telgraf” gibi öykülerde fantastik zaman ve mekân sıçrayışları yaparak bunda da başarılı olabileceğini kanıtlamıştır. Bazı öykülerin ana hatları ve sonları bile isteye flu bırakılmış, zihinde yaratacağı düşsel derinlik okuyucuya kalmıştır. “Boyalı Saçlı Kadın”, “Akıyordu” gibi öykülerde kurgu içerisine kurgu yerleştirilerek katmanlı bir yapı oluşturulmuştur. Alt metinlerinde yaşama dair felsefik mesajlar içeren öyküler de vardır. Örneğin “Silsile” öyküsünde çağlar ötesi bir bakışla “güç” kavramı sorgulanır. Güç karşısında ezilenler, kendilerinden güçsüz olana karşı zalimleşerek bir bakıma hayattan intikam almaya girişirler. Öykülerin çoğunda kahramanların kederinin sebebi, geçmişte yaşanmış hüsran ve kırılmalardır. Bu psikolojik nedenler işaret edilip sorgulanır. “Ellerinden Öperim” öyküsünde olduğu gibi kadınların yaşama yenik başlamasının temel nedeni sevgisini ifade edememiş, baskıcı babalardır. Kitaptaki romantik öyküler genellikle vuslatı olmayan sevdaları anlatır, kavuşulmamış ancak ömür boyu özlenmiş hatta sadık kalınmış sevgili modeli ile aşk, neredeyse kutsanmıştır.
Bayraktar, kadınca ayrıntılar ve fark edişlerle kurgularını derinleştirir. Olaylar genellikle hepimizin bildiği yerlerde sokaklar ve mahallelerde hatta daha çok kapalı mekânlarda, evlerde geçer. Birkaç hikâyede Ankara’ya ait Kızılay, Demirtepe gibi muhitlerden söz edilir. Yazar, öykülerini çok çeşitli imgeler, güçlü metaforlarla zenginleştirmiş, bazı eşya ve nesneleri anlatım içerisinde kişileştirmiş yahut sembolleştirmiştir. Örneğin “Acımış Çay” öyküsündeki kalorifer peteği kahramanın hüznüne neredeyse tanıklık eder. Bu anlatım biçimi anlatılanı okur gözünde canlandırıp sahici kılmaktadır. Yalnız olayı değil, olayın öykü kahramanının iç dünyasındaki yansısını da bütün gerçekliği ile hissettirebilir.
Öykü finalleri genellikle çarpıcıdır. Söz gelimi “Mesela” öyküsünde üzerine kuma gelen Zeliha, eliyle kocasını evlendirip düğününe katılmıştır, finalde öyle bir “mesela” deyip mağrur bir biçimde ayağa kalkar ki heybeti satırlardan taşar, okuyucuyu bile titretir. Öykülerin çoğunda hem hareketin durduğu, olayın nihayet bulduğu nokta iyi seçilmiştir hem de sonu hazırlayan cümleler oldukça sarsıcıdır.
Hiç tereddütsüz başarılı bir öykü kitabıdır Yuh! Yazarının edebiyat adına yaptığı güzel işlere iyi bir ilavedir ve bundan sonra devamı gelecek nice güzel öykülerinse habercisi. Sevgili Fulya Bayraktar’a, öykülerinin pek çok okurun kalbine dokunması dileklerimle, tebriklerimi bildirmek isterim.
Tuba Dere – edebiyathaber.net (7 Aralık 2015)