“Türlü türlü yollardan gider insan. Kim ki bu yolları izler ve karşılaştırır, kuşların kanadında, yumurta kabuklarında, bulutlarda ve karda, kristallerde ve kaya oluşumlarında, buz tutmuş sularda, dağların içinde ve dışında… bitkilerde ve insanlarda ve tesadüflerin tuhaf bağlantısında, kısacası her yerde gördüğümüz ve büyük bir şifreli yazıya ait gibi görünen olağanüstü figürler oluştuğunu görür. Bu figürlerde, doğanın mucizevi dilini çözecek anahtarı, hatta bu yazının gramerini sezer… Kutsal yazı açıklanmaya gereksinim duymaz. Hakikatli konuşan, sonsuz yaşamla doludur ve onun yazısı, hakiki sırlara şaşılacak derecede yakındır, çünkü bu yazı, evrenin senfonisinden bir ezgi gibidir.’’
“Sais Çırakları’’ romanının yazarı Novalis, romantizm akımının tanınmış temsilcilerinden biri. Türk edebiyatında “Geceye Övgüler’’ adlı uzun şiiriyle tanınıyor. Bir düşünür ve şair olan Novalis’in gerçek adı Friedrich von Hardenberg.
Novalis, bu dünyada sadece yirmi dokuz yıl yaşamış bir şair ve dünya edebiyatının onulmaz acılar tatmış karakterlerinden biri… Nişanlısı Sophie Van Kühn’ü nişanlandıktan iki yıl sonra kaybetmesinin ardından büyük acılarla yazdığı “Geceye Övgüler’’ şiiri ortaya çıkar ve ardından bir gün ansızın odasında kısa yaşamına veda eder. Bu bir intihar değildir fakat sanki ölümle yapılmış karşılıklı bir anlaşmadır. İşte Novalis, tam da yaşam süresine karşı çıkan zıtlıktaki “Sais Çırakları’’ gibi âdeta uzun bir manifestoyla karşımıza çıkıyor.
Kitapta yer alan çizimler ise Paul Klee’ya ait. Paul Klee, doğadaki nesnelerle felsefi ilişki kuran bir ressam. Resimlerinde doğada görünen ve görünmeyeni hem soyut hem de somut bir şekilde yansıtmayı sevdiği için yazarın tarzıyla bütünleşerek eseri çizimleriyle anlamlandırıyor.
Romanda kavrayışın önemi edebiyat, şiir ve felsefeyle harmanlanarak ele alınıyor. Novalis, tam olarak felsefi bir eser yazmadığının, edebiyatla uğraştığının bilincinde ve belli bir sınırın dışına da çıkmıyor; sezgisel kavrayışın önemini, edebiyat, şiir ve felsefeyle harmanlayarak dile getiriyor: “İnsan bütün dünyayı hissetmeyi öğrense içinde yıldızlar doğar, daha katmanlı ve daha berrak hisseder, sınırlardan ve yüzeylerden daha fazlasını görür. Sonsuz bir oyunun ustası olur böylece; kendini besleyen ve sürekli büyüyen ebedi bir hazda budalaca uğraşlarını unutur.’’
Sanırım romantik şair ve yazarlar arasında doğanın insan üzerindeki etkisini bu denli derinliğine ele alan bir eser daha bulunmuyor. Elbette bu konuda felsefenin payı da yadsınamaz.
Novalis, nesnenin ve doğanın dış yüzünden çok iç yüzüyle yani görünmeyen yönüyle ilgilenmiş ve doğa ile insan arasındaki ilişkiye yönelik farklı bakış açılarını işlemiş, onlar arasındaki sırrı çözmeye çalışmıştır. Bu nedenle “Sais Çırakları’’na bir doğa romanı, diyebiliriz. Şekil olarak kısa olan romanın içeriği ise çok zengin.
Romandaki mekânın “Sais’’ gibi tamamen yabancı bir yerde geçmesi ve kurgu boyunca “yabancı’’ kavramının çeşitli şekillerde devam etmesi esere fantastik bir anlam da yüklüyor. Çevirmenin bir alıntısına göre: “Bu ilk insanlar, Platon’un Sais kentinden de söz ettiği… Atlantis halkı olabilir.’’
“Yabancı’’ imgesi aslında Novalis’in çoğu eserinde rastlanan bir kavram. “Sais Çırakları’’nda ise insanın kendini arayış yolunda yabancılıklara açık olması gerektiği gerçeği yine bu kavramın kullanılmasını zorunlu kılıyor.
Freidrich Hiebel’e göre eserde “sembolik felsefe’’ye rastlanmaktadır: “İsis Tanrıçası’’ eserin özünü oluşturuyor. Ve bunu insanı doğanın eğiticisi olarak gören yazarın, insanda Tanrı’yı arayışı ve dolayısıyla insanı yüceltmesi dikkat çekiyor.
Novalis, romanın metnini sohbet şeklinde kurguluyor ve başkahramanları olan çırakları konuşturarak konunun akışına ilginç bir yön veriyor. Akış boyunca âdeta tabiatı kutsayan yazar, doğayla birlikte kendini keşfetmek isteyenler, kendine yolculuk yapmak isteyenler adına derin ve mistik düşüncelere dalıyor ve doğayla bütünleşerek onu seyre dalma, derinliğine anlama, hissetme gibi durumları kendine özgü şiirsel bir dille anlatıyor.
Çevirmenin verdiği bilgilerden de anlaşıldığı üzere Novalis bu kitabında olduğu gibi çoğu roman ve şiirlerinde de masal anlatmayı sever. Yine aynı şekilde sık kullandığı kavramlardan biri olan “çocuksu sezgi’’ ve “çocuksu heyecan’’ da; doğanın gizemi, insanın arayışı ve gerçeği, hayal, bahşedilmiş içsel kavrayışa sahip olma yeteneği gibi niteliklerle yakından ilişkilidir.
Roman akışı boyunca her defasında gelinen noktanın “içsel kavrayış’’ olduğu dikkati çekiyor. Kimilerince çok genç yaşta kimilerince ise olgunluk çağında fark edilen bu özel yetenek, doğaya, insana ve dolayısıyla yaşama ait pek çok görünmeyenin sezilmesini, görünür kılınmasını sağlıyor. Novalis’in farkındalığını ve yirmi dokuz yaşında hayata veda ettiğini düşündüğümüzde, onun da bu şanslı azınlıktan olduğunu görmemek imkânsız.
Okuma süreniz boyunca yazarın çok yönlülüğü sayesinde elinizdeki kitap bir roman mı, felsefi bir yazı mı yoksa şiirsel bir masal mı düşünceleri arasında gidip geliyorsunuz. Bu özelliği ile eseri bol baharatlı, yoğun lezzette bir yemeğe benzetebiliriz.
Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (15 Aralık 2015)