Hegel’in geliştirdiği birçok felsefi kavram ve açılım, kendisinden sonra başka düşünürleri de etkilemiş, insanlığın gelişimini belirleyen kalıcı kuramlara dönüştürülmüştür. Hegel tarafından çözümlenen efendi-köle ilişkisi, bu düşünürün felsefi düşüncelerinin ve geliştirdiği kuramın yol açtığı sonuçları göstermesi bakımından oldukça somut ve ilginç bir örnektir.
Hegel’in efendi-köle ilişkisine yönelik çözümlemesi, örneğin, Marx’ın öncelikle “Ekonomi ve Felsefe El-Yazmaları” adlı yapıtında dizgeleştirdiği “öz-yabancılaştırım” kuramına esin kaynağı olmuştur. Marx, “öz-yabancılatırım” kapsamında emeğin sermaye tarafından sömürülmesi sürecini felsefi bir dizge olarak açıklamıştır.
Anılan düşünürlerce efendi-köle ilişkisinin diyalektiği üzerine geliştirilen çözümlemeler, emeğin, dolayısıyla da somut insan anlamında emekçinin emeğinin sömürülmesi sürecini ortaya koyduğu için, insancılık idesinin kökleşmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu durum, sanatsal üretim süreci için de geçerlidir.
Hegel de belirli etkileşimlerin ürünüdür. Örneğin, Hölderlin’in Hegel’in felsefeyle ilişkisinin ve uğraşının yoğunlaşmasına katkı yaptığı kabul gören bir durumdur. Frankfurt’ta Hölderlin’in Hegel’i, felsefe ortamına sokması, Hegel’in önünü açmış, onun sanat kuramını da dizgeleştirmesine ortam hazırlamıştır.
Bu dönemde Hegel ile Hölderlin arasında yoğun insani bir yakınlık oluştuğu görülmektedir. Söz konusu insani yakınlık, Hölderlin’in Hegel’e yazdığı mektuplarda “sevgili kardeşim” sözlerinde, Hegel’in de Hölderlin’e adadığı “Eleusis” (Ağustos 1796) adlı şiirde somutlaşır.
Ayrıca, bu iki önemli kişilik arasında derinlikli bir düşünce alış-verişi de söz konusudur. Bu yoğun düşünce alış-verişi, özellikle “Dizge Programı”nda ve karşılıklı yazışmalarda açıkça görülebilir.
Hegel’in “Alman İdealizminin İlk Dizge Programı”nın oluşmasına Hölderlin kalıcı düşünsel katkılar yapmıştır. Hölderlin’in söz konusu katkıları, romantik yazın kuramı açısından önemlidir ve bugün de önemini korumaktadır. Bu yüzden, söz konusu “Dizge Programı” üzerinde ayrıntılı olarak durma gereksinmesi duydum.
Hegel felsefesi ve sanat kuramı, öncelikle Kant Felsefesi üzerine geliştirilen düşünümler bağlamında ele alındığında, daha doğru bir temel üzerinde değerlendirilebilir. Buna ek olarak, Herder, Fichte, Schelling gibi düşünürlerin yanı sıra, Rousseau’nun “din kuramı”nın katkıları da gözetildiğinde, daha tutarlı bir çerçeve belirlenebilir.
Hegel, “Estetik Üzerine Dersler” bağlamında “sanat kuramını”, özellikle ömrünün son yirmi beş yılında üzerinde sürekli çalışarak geliştirmiştir. Dolayısıyla, Hegel estetiği ancak sözü edilen sürekli gelişim ya da yetkinleştirme gözetilerek çözümlendiğinde, güncel kuramsal gereksinmeler açısından daha da işlev kazanabilir.
Hegel felsefesini, Aydınlanma birikimiyle romantik açılımların bireşimlenmesi sürecinde dizgeleştirmiştir. Anılan nedenle, felsefî ve yazınsal çözümlemelerde bu iki önemli ve kalıcı akımın etkileşimleri ve yeni düşünsel gelişmelere katkıları mutlaka gözetilmelidir.
Prof. Dr. Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (27 Ocak 2016)