Dostluk, barış, huzur, güven… Ne denli çok söyleyip de az yaşayabildiğimiz kavramlar değil mi? Hemen herkeste tedirgin bir yüz ifadesi. Sokağa çıkmaya korkar olduk artık. Yaşadığımız apartmanlarda karşı kapımız günlerce açılmasa belki de farkına varmayacağız. Kendimizce kurtarılmış bölgeler oluşturuyoruz ki bunların başında yaşadığımız evlerimiz geliyor. Yeni insanlara kapalıyız. Yaklaşsak bile kafamızda soru işaretleri, azımsanmayacak bir güven sorunu. Sabah işlerimize giderken biri “Günaydın” dese şaşırıp kalıyoruz, yanıt veremiyoruz. Biri gülümseyerek geçse yanımızdan “acaba neden gülümsedi?” diye bir huzursuzluk. Peki, neden böyle? Nedeni belli aslında. İçinde yaşadığımız hız çağı bizi yalnızlaştırdı. Sonrasında da yalnızlığın getirdiği mutsuzluk ve zayıflayan ilişkiler. Herkesin ve her şeyin bir sınırı var artık. Ve asla aşılamıyor, aştırmıyoruz.
“Şakacı Kuşlar Sokağı”nın da sınırları var. Ve orada da sınırları aşmak kolay değil. Buradaki yaşam sözünü ettiğim yaşamın aksine çok medeni, çok insancıl. Kuşların sokağında insanca bir yaşam tuhaf gelebilir kulağa ama bu da bize örnek olsun.
“Şakacı Kuşlar Sokağı” bir ilk kitap. Petek Sinem Dulun’un ilk kitabı. Elma Çocuk Yayınları arasından selamlıyor okurunu, Sait Munzur’un renkli çizimleriyle. Hikâyemiz şöyle: “Minik serçe tüylenmeye başlamıştı ve artık uçma vaktinin geldiğini düşünüyordu. Tabi dış dünyanın tehlikeleri hiç aklına gelmiyordu. Uçmak istiyordu çünkü ağaçların en yüksek dallarına konabilmeyi, denizleri görebilmeyi, dağlara çıkabilmeyi düşlüyordu. Ve bir gün daldan dala sekerek uçma denemelerine başladı minik serçe. Dedik ya dış dünya güvensiz, tehlikeli ve huzursuz eder diye, işte kahramanımız da bu kavramlarla ilk denemede tanıştı. Ardına düşen bir şahin onu bu kavramlarla tanıştırdı. Neyse ki kendini korumayı bildi de başına bir iş gelmedi. Çalılıkların arasında izini kaybettirdi minik serçe. Ertesi sabah dinlenmiş olarak uyandı ve karnını doyurmak için çam dallarındaki reçinelere gagasını daldırdı. O karnını doyururken yanında beliren iki kuş, çok korkacağı, tatsız bir şaka yapmış olsalar da “Şakacı Kuşlar Sokağı”ndaydı artık. Sonrası rahattı. Çünkü o iki kuşun dediğine göre burası kurtarılmış bölgeydi. Sınırları vardı ve birbirine zarar verecek hiçbir canlı bu sokağa giremezdi.”
Şakacı Kuşlar Sokağı neden kurulmuş onu da kitaptan okuyalım ve nasıl bir yer olduğuna dair kafamızda soru işareti kalmasın! “Dünya önceleri tüm canlılar için harika bir yermiş. Huzur doluymuş. Kimse kimseyi incitmezmiş. Sonra bir gün barış ortamı bozulmuş. Hemen ardından açgözlülük duygusu ortaya çıkmış. Çok geçmeden güçlü olan bütün canlılar bir şeyleri sahiplenmeye başlamış, geri kalan herkesi korumuşlar. Diğer canlılar ne yapsın? Bir arada hareket ederek tehlikelere karşı durabilmişler.”
Ne güzel bir yer değil mi? Eksikliğini hissettiğimiz tüm kavramlar burada. İnsanoğlunun değerini bilemediği, yaşayamadığı huzur, güven, birlik, dayanışma duygusunu kuşlar yaşıyorlar. Şimdi bunları yazarken aklıma geldi. Birine hakaret edip yerecekken “kuş beyinli” deriz zaman zaman. Düşündüm de keşke hepimiz birer kuş beyni taşısaymışız. Belki bizim de “Şakacı Kuşlar Sokağı”mız olurdu ne dersiniz?
Sadece sokağınızda değil, yaşadığınız her alanda şakacı kuşlar (!) yanınızda olsun…
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (8 Şubat 2016)