Yayıncılık biraz da iletişim demektir.
Gezmek, görmek, tanımak bunun bir yanı. Diğer yanı elbette ki okumak/izlemek, araştırmak. Ama tüm bunları buluşturmak, bir yerde harman kılmak ise iletişim işidir.
Kendi deneyimlerimden biliyorum, bunsuz hiçbir şey olmuyor.
Masanın iki yanında olmak her zaman öğreticidir.
Ben, yazara giden yayıncı oldum. Yeniden bu arenaya dönerken de bu ilkemi öne aldım. Çalışma arkadaşlarıma gösterdiğim/önerdiğim ilk şey ise iletişimi eksik etmemek, “fikri takip” biri olmak. Ve yazılı/notlu çalışmak. Ne olursa olsun her sözü yazıya taşımak, dönerek bunları yanıtlamak.
Eğer yayıncılıkta böyle bir ilkeniz yoksa güven veremezsiniz hiç kimseye. En azından yaptığınız işi kendiniz için nasıl ciddiye aldığınızın bir göstergesidir bu.
Usta bir denemecimizle buluşup söyleştik geçen gün. Ona bir kitap önerim vardı. Yeni bir şey yazmasını, bir kitap kurmasını istiyordum. Yazar/yayıncı bir araya gelince üçüncü kişi mutlaka ya başka yayıncılardır ya da yazarlardır. Ama ikimiz de dedikoduyu sevmediğimizden, daha çok işin düsturundan konuşmuştuk.
Zaman öğreticidir. Bir önceki yanlışlarınızı yaparak yol alamazsınız. Deneyim dediğiniz şey ise işte bu anlamda biriktirdiklerinizdir.
Bazı meslekler vardır, insan biriktirir; bazıları ise kaybettirir sürekli. Yayıncılık işte böyle bıçak sırtı bir yerdedir.
“Ben oldum, ben bilirim” dediğiniz anlarda yitirmeye, kaybetmeye mahkûmsunuzdur her zaman.
Hayat, tükenmeyen bir enerji ırmağıdır. Siz burada yıkanmayı, buradan beslenmeyi bildikçe kendi tükenmezliğinizi yaratırsınız. Edindiğiniz iş, uğraş da öyledir; bir yere varmaktansa, bir şeyi iyi biçimde ortaya koymak olmalıdır tüm çabanız.
Denemeci dostumla burada da hemfikirdik. Gelin görün ki, onun da yakındığı şey, yayıncılarımızdaki iletişim eksikliğiydi.
Evet ile hayır arasına sıkışan yayıncılık anlayışından kuşku duyarım. Kuracağınız bir çalışma sisteminde editoral kadro kadar halkla ilişkiler de önemlidir. Bunu da salt tanıtım/vitrin için düşünmemeli.
Yarattığınız yayın markası, oluşturduğunuz yayın politikasıyla örtüşemediği sürece insan öğütme makinasına dönüştürürsünüz kurumunuzu.
İşte bunun için de yayıncılık için öncelikli olan entelektüel sermayedir. Bu nedenle insan/bilgi/zeka günümüz iş/üretim/yaratım dünyasının olmazsa olmazıdır. Eğer yayıncılıkta taşıyan bir bakışı/birikimi oluşturmak istiyorsak başlama noktamız asıl burası olmalıdır. Bunu sağladığınızda, bugün “sorun” olarak karşınıza çıkan her bir şeyin çözümünü de üreteceksinizdir kaçınılmaz olarak.
Unutmayalım ki artık küresel bir köyde yaşamaktayız.
Dünyanın herhangi bir yerindeki bir yayıncıya, yazara ulaşmak, konuşmak; kitabının yayın iletişimini sağlamak bugün iş akışımızın bir parçası durumunda. Ama bizdeki birtakım yayıncılar yazara/çevirmene/editöre/redaktöre/tasarımcıya hendek atlatmayı hüner saymakta; dönüp iletişim kurmamayı bir “ilke” gibi görmekte.
Yakın zamanda yitirdiğimiz, Faber-Castell’in 8. kuşaktan temsilcisi Anton-Wolfgang von Faber-Castell’in davetlisi olarak gittiğim Nürnberg’de kendisiyle söyleşirken söyledikleri belleğimdedir; “250 yıllık kurumumuzun bugünkü varlığında entelektüel sermaye ve iletişim ön plandadır.”
Galiba, biz, kurum kültürü yaratmakta işin ciddiyetinin farkında değiliz; bir de yetişmiş insanla yol almanın, insan yetiştirmenin neleri içermesi gerektiğini de yeterince bilmiyoruz.
Savsakladıklarımızla var olmaya çalışıyoruz, hem de sürekli kendimizi tekrarlayarak.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (9 Şubat 2016)