Öykü günlerini henüz geride bıraktık. Ülkenin dört bir köşesinde öykü konuştuk, öykü okuduk, öykü olduk birkaç gün boyunca. Okurlar, yazarlar buluştular salonlarda. Güzellikleri, umudu paylaştılar. Edebiyatın olduğu, yaşandığı bir ortamda nasıl bir çirkinlik olabilir ki zaten?
Edebiyat güzel, edebiyatla ilgilenen insanlar güzel fakat eleştiriye kapalı olmaları, tahammül gösterememeleri çirkin. Tahammülsüzlüğe karşı, kültür insanlarının eleştiriyi hazmedememelerine karşı ‘çare çocuk edebiyatı’ diyorum. Ve günlerce öykü konuşulmasının üzerine artık biraz da şiir konuşalım istiyorum. Şiir olalım, şiir yaşayalım. Önümüzdeki ay kutlanacak “dünya şiir günü” etrafında yüksek dozda şiir alırız, çokça şiir konuşuruz nasıl olsa. Şimdiden başlamanın sakıncası olmaz sanırım. Şiir umudun diğer adıysa ve umut her daim yanı başımızdaysa şiir de konuşabiliriz şimdi.
Sokakların şiir olduğu bir kent hayal ediyorum bugünlerde. Duvarların şiirle süslendiği, kaldırım taşlarında şiir yazan kentler. Benim gibi düşünenlerin sayısının az olmadığını da biliyorum. Ve soruyorum yetkililere “çok mu şey istiyoruz” diye. Çocuklar şiirle ne kadar erken tanışırlarsa o kadar insan olurlar. İşte onlar için bir masal/şiir kitabı bugünkü konuğumuz. Can Çocuk etiketiyle raflarda yerini alan “Tilki Tilki Saat Kaç?” Refik Durbaş’ın incelikli kaleminden çıkan bir kitap “Tilki Tilki Saat Kaç?” Durbaş; inceleme, araştırma, deneme, antoloji türünde çok sayıda kitaba imza atsa da son dönemde ağırlıklı olarak çocuklar için yazıyor. “Bez Bebekle Kuklası”, “Biri Dev Biri Pire” , “Kar Üstünde Beyaz Bulut”, “Kırmızı Kanatlı Kartal”, “Kurabiye Ev”, “Kuyruklu Hayvan Masalları”, “Nar Düştü Kar Üstüne” son dönemde yine Can Çocuk etiketiyle çocuklarla buluşan ve çocuklar tarafından sevilen kitaplar.
Yazının bu anında AN-KARA haber düşüyor ekranlara. Nasıl yani, diye soruyorum bir kez daha. Bir insan, nasıl başkalarının ölümünü isteyebilir? Bu doğrultuda nasıl kendini de feda edebilir? Nasıl, nasıl, nasıl? İnsana dair bir sevgi kırıntısı da mı olmaz bir başka insanın içinde. Yine şiire düşüyor görev biliyorum. İşte tüm bunların eksikliği şiirden, şiirin eksikliğinden ve yokluğundan, okunmamasından. Edip Cansever’in dediği gibi “Çok karanlık bir cümlede durmuş gibiyiz.” Ve bu yüzden daha çok şiir okusun çocuklar istiyorum, şiir olsunlar, şiir gibi yaşasınlar. Dönüyorum tekrar Refik Durbaş’ın şiirlerine.
Şairin, tilkinin bu kadar çok olduğu bir ortamda “Tilki Tilki Saat Kaç?” diye sormasını yerinde ve bir o kadar ironik buluyorum. Tilkilerin masalları, şiirleri, var bu kitapta. Aslında iki türü ayrı ayrı değil de tek elde dile getirmiş Durbaş. Şiir/masal ya da Masal/şiirlerle anlatmış tilkileri. Peki, tilki tek aşına mıdır? Değildir tabi. Yoksa tilkinin tilki olmasının ne anlamı kalır değil mi? Kırmızı atkılı horoz, ormanın kralı aslan, masal düşkünü kurt ve yargıçlık yapan maymun tilkinin eşlikçileri bu masallarda.
İşte bu masal/şiirlerden bir örnek: “Oyunu değil de üzümü seven tilki/ dalmış bir bağa/ damakta dağılan sevincin/ keyfini sürmekte… / Gölgesini kuyruğuna kıstıran kurt/ geçmekte bu sırada /yolun kıyısından./ Bağ, tilkinin babasının/ malı sanki…/ Öyle yaman bir talana/ durmuş bizimki… / Usulca yaklaşmış kurt/ canına can katmaya:/ Yarasın kardeş ama/ hiç mi korkun yok?/ Nasıl yağmalıyorsun/ elin bağını böyle?/ Ne diyorsun arkadaş/ dedemden kaldı bu bağ bana/ bak, cebimde tapusu…/ Asmalar arasından/ bir yaprak sallayan tilki/ çağırmış bu üzüm şölenine/ sarı saçlı konuğunu da…/ Söz, arayadursun/ sözlükteki yerini/atmış hemen kendisini/ üzümlerin serinliğine/ bir ucundan girmiş/ tam çıkacak ötekinden/ bağın gerçek sahipleri/ birden sopayla zincirle/yürümesinler mi üstüne kurdun?/ Tilki sezer sezmez/ başındaki tehlikeyi/ tabanları yağlayıp/ tozunu atmış yolun…/ Dur yahu, nereye/ hani tapulu malındı bağ?/ diye bağıradursun/ kana kesmiş sesiyle kurt/ bir bulut atımında/ duyulmuş bizimkinin sesi:/ Durma kaç arkadaş/ zamanı değil şimdi./ Kim okur bu tufanda/ dedemin tapusunu/ mührü altın olsa da…”
Bu sadece bir örnek tabii. Kitapta daha nice böylesi keyifli masal/şiirler var.
İnsanlık bir duvarsa şiir de bu duvarın harcıdır. Harcı değilse de en temel taşlarından biridir. Diyeceğim odur ki şiirle büyütelim çocuklarımızı. Şiirle yoğuralım hamurlarını. Ki karanlıkları yırtsınlar. Umutla baksınlar yarınlara… Haydi çocuklar, şiir yaşamaya!
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (22 Şubat 2016)