30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan Mübadele Anlaşması gereğince Türkiye’de yaşayan Elenler ile Yunanistan’da yaşayan Müslümanların değiş tokuşunun yapılmasına karar verilmişti. O yıllarda 1 milyonun üzerindeki Elenler ile nüfusları 500.000 civarında olan Müslümanlar bir anda evlerini, eşyalarını, hatırlarını bırakıp hiç bilmedikleri bir yere göç etmek durumunda kalmıştı. Bu mübadelenin yaratmış olduğu tahribatı bir medeniyet kaybı olarak yorumlar Uğur Yücel bir röportajında ve devam eder: “Yahu Şirince’de dünyanın en güzel zeytinlerinin olduğu yere Mübadele’yle gelen insanlar tütüncü. Zeytin ağacı hiçbir şey ifade etmiyor. Ama bir Anadolu Rum’u için zeytin ağacı onun ayrılmaz parçası. Oraya yerleştirdiğin adamsa bundan hiçbir şey algılamıyor. Kim mutlu oldu lanet Mübadele’den ne Müslümanı ne Hıristiyanı. Anadolu kurudu. Koskoca üzüm bağları, incirler, yemişler, meyveler, her şey kurudu, beton oldu. Şimdi çırpınıyoruz, o topraklarda meğer ne üzümler yetişiyormuş diyoruz. Yerinden etmeyi, onun yerine geçmeyi lezzetle ilişkilendirirsek yine bir hayat kaybıdır.”
Geçtiğimiz günlerde İstos Yayınları‘ndan çıkan ve Yunanistan’da 2015 yılının en iyi çizgi roman ve senaryo ödülünü kazanan Ayvali, mübadeleyi merkezine alan bir grafik roman. Kitap Yunanistan’ın usta çizerleri arasında gösterilen Soloúp‘a ait. Soloúp’un böyle bir hikayeyi yazma isteği bir kaç yıl önce yapmış olduğu Ayvalık seyahati sırasında doğmuş. Soloúp, böyle bir hikaye yazarak, tamamı Küçük Asya doğumlu olan büyükanne ve büyükbabasının mübadele esnasında başlarına gelenlerini anlatarak Türkiye ve Yunanistan arasında tarih boyu yaşanan ön yargıları anlamaya ve kırmaya çalışmış.
Bir zamanlar Ayvalık
Soloúp, Ayvali’yi Mübadele üzerine yazılmış dört romandan esinlenerek, senaryosunu oluşturmuş. Çizerin uyarladığı kitaplar ise; Fotis Kondoğlu’nun Ayvali, Memleketim, İlias Venezis‘in ve ablası Agapi Venezi-Molivyati’nin 31328 Numara ve Selam Sana Küçük Asya ve Ahmet Yorulmaz‘ın Savaşın Çocukları. Yani kısacası Ayvalık doğumlu üç kuşak yazar Soloúp’un bu yolculuğunda kendisine eşlik ediyor. Kitapta esin kaynağı olan bu romanlar ve Soloúp’un Ayvalık’a yaptığı yolculuğu anlatan öyküler bulunuyor. Zeybebiko, Fotis, İlias, Agapi-Zehra, Hasanakis, Köroğlu kitapta karşımıza çıkan öykülerin ismi. Ayvali, ilk olarak Fotis Kondoğlu’nun Ayvali, Memleketim hikayesiyle başlıyor. Soloúp ve Kondoğlu bizleri bir zamanların güzel Ayvalığı ile tanıştırıyorlar. Henüz yerleşim olmadan önce etrafındaki yabani ayva ağaçları sebebiyle, Yunanlıların Kidonies dedikleri, Türklerin Ayvalık dediği yere tarihi yolculuğumuz başlıyor böylelikle.
Fotis Kondoğlu’nun nefis tasvirleriyle, Soloúp’un incelikli tasarlanmış maharetli çizimleriyle tarihi Ayvalık canlanıyor. Ortada Türk-Yunan husumetinin yaşanmadığı, şenliklerin, tiyatroların yapıldığı, şarkıların, türkülerin söylendiği, zeybeklerin oynadığı bir atmosfer sunuyor Soloúp. Lakin kitabın geri kalanı bu kadar eğlenceli olmuyor ve mübadelenin yaratmış olduğu travmalar, savaş, göç, bir gecede terk etmek durumunda kalanlar, amele taburlarına götürülenler, oradan dönemeyenler kısacası yaşanmış bir dolu trajediye tanıklık ediyoruz kitabın kalan öykülerinde. Bir dönem bu bereketli topraklar üzerinde barış içinde ve kendi halinde yaşayanlar halkların üzerine kabus gibi düşen savaş ve mübadelenin acı hatırları eşlik ediyor Soloúp’un etkileyici karelerine.
Soloúp, mübadeleyle ilgili bu hikayeleri anlatırken iki tarafa da bir ayna tutuyor aslında. İki tarafında birbirlerine yaptıkları zulümleri, kötülükleri anlatıyor. Yıllarca savaş dilinden başka bir dille konuşmayan bu iki halka, yok aslında birbirinizden farkınız, ders kitaplarında bile birbirlerinizi düşman olarak anlattınız çocuklarınıza diyor:” Bütün halkların bir büyük, kötü düşmanı olur. Yoksa da icat edilir. Okullarda çocuklara ezberletilir, kitaplarda okutulur ki, aman ha… çocuklar büyüdüğünde, hayatlarındaki aksaklıkların nedeninin dışarıdaki düşmanlar değil de içerideki başkaları olduğunu düşünür mü?” Kalıcı bir barış dilinin oluşabilmesi için, öncelikle her iki tarafında geçmişin muhasebesini yapmasının şart olduğunu söylüyor bir anlamda. Zaten kitabın sunuş yazsını yazan ve bu alanda yazılmış en kapsamlı kitaplardan olan İki Kere Yabancı’nın yazarı Steve Clark da kitabın başında “ancak defaatle de bize geçmişin şeytanlarını tek bir sohbet ve bir fincan kahveyle kovulamayacaktır.” diyerek kalıcı barışın tahsis etmek için çok emek sarf etmenin ve geçmişle yüzleşmenin önemini bir kez daha çizmiş oluyor.
Arafta kalanların hikayesi
Ayvalık bugün, Türkiye’nin sayılı turistik mekanlarından birisi, yerli yabancı sayısız uğrak noktalarından. Peki bir zamanlar ataları burada yaşamış mübadeleyle Ayvalık’tan gitmek durumunda kalmış bir Yunanlının torunu yıllar sonra, Ayvalık’a geldiğinde, bir zamanlar büyükbabasının ve büyükannesinin oturduğu, yürüdüğü, aşık olduğu yerleri görünce ne hisseder? Ailesinden kalan hatıralar kulağına fısıldar mı burada geçirilen güzel günleri? Yoksa ona anlatılan bir dolu kötü hatırayı mı anımsar? Soloúp, Ayvali’de tam da bu karışık ruh halini anlatmayı çalışmış. Ne oralı, ne buralı kalabilmişlerin yani “vatanım yok memleketim var”[1] diyenlerin karışık halet-i ruhiyesini resmediyor. Mübadeleyle Yunanistan’a gidenlerin nasıl orada kabul görmediklerini, karşı taraftan Türkiye’ye gelen Müslümanların da aynı şekilde bir tavırla karşılaştıklarını anlatıyor. Kitabın son öyküsü Köroğlu’nda Soloúp’un karşılaştırdığı iki Lozan mübadili torunun hikayesi de bu anlamda çok değerli oluyor. Çizer bu karşılaşmanın önemini şöyle anlatıyor: “Kitabın tamamı bir ayna aslında. “Köroğlu” başlıklı bölümde anlatılan karşılaşma, kendimizle bir karşılaşmadır (Köroğlu, karşılıklı dans edilen ve Yunan adalarında mübadil torunlarının hâlâ oynadığı bir danstır). Ne kadar çok birbirimizi tanırsak, verdiğimiz tepkilerin birbirine ne kadar benzediğini görebiliriz. Karşılıklı önyargılarımız aynı, ancak dostluğa ve iletişime olan ihtiyacımız da bir o kadar benzer.”
Soloúp, bir gazeteci ve akademisyen titizliğinde üç yılda hazırlamış Ayvali’yi. Bir sürü fotoğrafı incelemiş, tanıklığı anlatan hikayeleri okumuş ve bu alanda çıkmış hemen hemen bütün akademik literatürü taramış. Kitabın sonunda da detaylı olarak hazırlanmış bir kaynakça kısmı da mevcut.
Ayvali, kısacası bize “anlatılan senin hikayendir” diyor. Özellikle uzun yıllardır mübadelenin yaratmış olduğu travmayla yüzleşmek ve suskunluğu kırmak için bu tip hikayeler çok değerli. Geçmişle yüzleşme, hatırlama bir anlamda kendi hikayeni anlatarak, konuşarak sağlanır. Zaten İstos Yayıncılık da Agos’a verdiği röportaj bu noktaya dikkat çekiyor: “Yüz yıl öncenin hayaletlerinin, bugünümüzün temelinde gömülü kalmaması için ruhlara ve kaybolmuş hayatlara saygı duruşunda bulunmak, onları acılarından özgürleştirmek; edebi, tarihî ve hayati bir sorumluluk. Savaşın, göçün ve mübadelenin kurbanlarını anmamız; bugün Türkiye ve Yunanistan nüfusunun önemli ve etkin bir kısmını oluşturan ve aile geçmişleri travmalar, kayıplar, yoksulluk ve yoksunlukla damgalanmış; her şeye sıfırdan başlamak, tanımadıkları ve ne yazık ki dışlandıkları topraklarda yeniden bir hayat kurmak zorunda kalan tüm insanları hatırlamamız ve birlikte bir kez daha sormamız gerekiyor: Göçmenlerin umutları onlarla birlikte öldü, peki ya bizim umutlarımız?”[2]
Can Öktemer – edebiyathaber.net (26 Şubat 2016)
[1] Bu konuyla alakalı Nurdan Türker’in İletişim Yayınları’ndan çıkan ve İstanbul’dan Yunanistan’a göç etmek durumunda kalan Rumları mercek altına alan tez çalışması için: http://www.iletisim.com.tr/kitap/vatanim-yok-memleketim-var/9159#.Vs7OqvmLTIU
[2] Soloup ve İstos Yayınları’nın Ayvali hakkında Agos’a verdikleri röportajın tamamı için: http://www.agos.com.tr/tr/yazi/14027/iki-memleketli-grafik-roman-ayvali-ayvalik-egenin-iki-yakasini-bulusturuyor