Sanatçının/yazarın işi biçimlemektir
Brecht‘in “Gerçekçilik Kuramının Biçimci Öz-yapısı”[1] adlı yazısında yer alan belirlemeleri uyarınca, gerçekçilik kuramının biçimci öz-yapısı her şeyden önce bu kuramın “romanın belli bir biçimi” üzerine kurulmasında görülmektedir. Söz konusu kuram, diğer iki ana yazınsal tür olan şiiri ve dramayı gözetmemektedir.
Sanatçının işi genellikle “biçimsel olan” ile ilgilidir; çünkü sanatçı “sürekli olarak biçimler.” Bu nedenle, biçimcilik hakkındaki görüşler de “özenli ve edimsel olarak” biçimlenmelidir. Biçimcilik ile içerikçilik karşıtlaştırmasını “ilkel ve metafizik” bulan Brecht’in deyişiyle, biçimcilik kavramı “salt estetik açıdan alındığında tikel zorluklar” oraya çıkarmaz. Bu kavrama “daha verimli, daha edimsel anlam” kazandırılabilir.
Edebiyat alanında “sosyal içeriği, yazınsal biçimin üzerine çıkarmayan ve bu gerçeğe uymayan yapıtlar biçimci” olarak nitelenebilir. Ayrıca, “biçim açısından gerçekçi olan” çok sayıda yapıt da vardır. Bu biçimcilik kavramı uyarınca, “avantgarde” gibi görüngüler için de kullanılabilir “ölçüt” geliştirilebilir; böylece “avantgarde’ın gerçekçi olmayan öz-yapısı” daha kolay görülebilir. Bunun yanı sıra, “doğacılık (natüralizm) ve anarşist montaj” yöntemlerinin “derinlerde yatan sosyal nedensellik karmaşıklarını değil, yüzeysel belirtileri yansıttıkları” kanıtlanmak suretiyle, bu yöntemler “kendi sosyal etkileriyle cepheleştirilebilir.” Büyük, göstermelik ve “biçimi açısından köktenci bir yığın edebiyatın katıksız reformist”, bir başka deyişle, “kâğıt üstünde çözümleri olan katıksız biçimsel çabalar” oldukları gösterilebilir.
Böyle bir biçimcilik tanımlaması, Brecht’in öne-sürümüyle, “roman yazımına” yardımcı olduğu gibi, şiir ve dramaya da yardımcı olur ve “salt biçimsel olana ilgi duyan, zamana bağlı yazma biçimleriyle sınırlı, yazınsal biçimleme sorunlarını, ara sıra tarihsel geri bakışları yapıta katan yazınsal alanda çözmeyi arayan biçimci bir eleştiriyi” devre dışı bırakır.
Brecht’e göre, J. Joyce‘un “büyük bir yergi romanı olan Ulysses‘te, birçok yazma tarzlarının ve alışılmamış şeylerin dışında bir ‘iç monolog’ vardır.” Örneğin, küçük burjuva bir kadın “sabah yatağında uzanmış derin düşünme yapmaktadır”; bu kadının düşünceleri “düzensiz, karma-karışık, iç içe geçen şekilde” anlatılır. Bu bölüm, “Freud olmasa yazılamazdı.” Yazara “yapılan suçlamalar, Freud’a yönetilenlerle aynıdır: Pornografi, kirlilikten duyulan sayrılı bir sevinç, bel altı olayların abartılması, ahlaksızlık vb.”
Burada asıl şaşırtıcı olan, “iğrentiyle küçük burjuva anlatımını ekleyen Marksistlerin de bu saçmalığa” katılmasıdır. Bu kapsamda “iç monolog, biçimci diye adlandırılarak, bir teknik araç olarak” yadsınmıştır. Tolstoy “böyle bir şeyi başka türlü yapardı” diye Joyce’un “yapma tarzı” reddedilemez. Ayrıca, Joyce, aynı monologu “bir psikiyatrın” görüşme saatine yerleştirseydi, “her şey yerinde” görülebilirdi.
Her tarihsel dönem, yeni görevler ve özgün anlatım tarzları üretir
Öte yandan, “iç monolog, çok zor kullanılabilen bir teknik araçtır” ve bunu vurgulamak “yararlıdır.” İç monolog, belli “önlemler” olmaksızın, gerçekliği, diyesi, “düşünmenin ve çağrıştırmanın tümelliğini” yansıtamaz. Bu bağlamda “yalnızca biçime göre” diye bir kural vardır; “gerçekliğin sahteleştirilmesi” olan bu kural da göz önünde tutulmalıdır.
“Ayak bağı durumuna gelmiş kurallardan, dönemini tamamlamış yazma tarzlarından” kurtulmanın gereğini vurgulayan Brecht’e göre, “darbeyi alt etmek için, evrimi değil, devrimi öğretmek gerekir.” Edebiyatı “gelişimi içinde anlamak” için bu gereklidir. Daha sonra “bakış açılarında katlanılamaz daralmaların belirdiği aşamalarda tek-yönlü, az-yönlü üretimler” ortaya çıkar ve “sonuçların değerlendirilebilirliği” soruna dönüşür. “Malzemelerinin altında ezilen, tümel görevden sakınmayan, ancak onun gerektirdiği beceriden yoksun” sanatçılar vardır. Bunlar “kendi hatalarını” görmezler; bazıları “ayrıntı sorunlara saplanıp kalır.”
Brecht’in değerlendirimiyle, sanatta “başarısızlığa uğrayanlar veya kısmen başarılı olanlar” vardır; “metafizikçiler” bu olguyu kavramak zorundadır. Yapıtlar “kolayca başarısızlığa uğradıkları gibi, zorca başarıya ulaşabilirler.” Duygu eksikliğinin olduğu veya “duygunun dili etkisizleştirdiği” yerde veya zamanda insanlar susar. Böyle durumlarda bir kimse “kendini üzerine çöken yükten değil, özgürsüzlük duygusundan” kurtarır.
Her tarihsel dönem ve her toplumsal-kültürel durum, özgün görevleri ve yaklaşımları ortaya çıkarır. Tolstoy ve Balzac, Brecht’in belirlemesiyle, “başka görevlerin üstesinden gelmek zorundaydılar.”; Brecht, anılan nedenle bu yazarlardan “çok az şey öğrenmiştir.” Bu yazarların “kendi görevlerinin üstesinden nasıl ve ne tarzda geldiklerine hayranlık duyuyorum” diyen Brecht’e göre, anılan yazarlardan hala öğrenilebilir; ancak salt bu yazarlarla yetinilmemeli, Swift ve Voltaire gibi yazarlar da okunmalıdır. Böylece, “görevlerin farklılığı” belirginleşir ve “güncel görevler açısından daha kolay soyutlama yapılabilir.”
Brecht’in değerlendirmesiyle, “eğilim edebiyatı” açısından sorun belirleme, “aynı yapıtta bir biçimleme tarzından öbürüne sıçrama” türünden güncel bir sorunu da birliğinde getirmiştir. Bu oldukça “edimsel” bir şekilde olmuştur: “Dünya görüşüyle ilgi öğeler, politik öğeler, bütün biçimlemeyi” kapsamamıştır; örneğin, “başyazı, konuya monte edilmiştir.” Başyazı, pek “sanatsal nitelik” taşımadığı için, içine yerleştirildiği konunun “sanatsal olmayan yönleri” görülmemiştir. Böylece bir “kırılma” ortaya çıkmıştır. Bu kırılmayı ortadan kaldırmak için, “ya başyazı konunun içinde veya konu başyazı içinde eritilmelidir ve başyazı sanatsallaştırılmalıdır.”
Edebiyatın “bilimsel bulgulardan” yararlanmasının olağan olduğunu belirten Brecht’in açımlamasıyla, “çağdaş insanın anında algılama, cesaretlice soyutlama ve çabucak birleştirme gibi, yeni edindiği yeteneklerden” de yararlanılmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bilimsel bulguların ve bu yeni yeteneklerin “sanatsal uyarlamasının” başarılı olmasıdır.
Sosyal-kültürel değişimlerin insanda yarattığı yeni niteliklerin yazınsallaştırılması bağlamında sanatçı, “her yerde kısa yollar” seçebilir; “birçok şeyi havadan kapabilir.”
Yazınsal eleştiri, edebiyatın bilim ile buluştuğu alandır. Burada önemli olan, eleştirinin, “özellikle de Marksist” eleştirinin “yöntemli ve bilimsel” yapılmasıdır.
Gerçekçiliğin “edimsel bir tanımı” için, yön belirleyici ilkler “yalnızca yazınsal yapıtlardan” geliştirilemez; çünkü gerçekçilik, “salt yazınsal bir iş değil, büyük politik, felsefi, edimsel bir iştir ve büyük, genel insani bir iş olarak ele alınmalı ve açıklanmalıdır.”
[1] Bertolt Brecht: “Über den formalistischen Charakter der Realismustheorie”; içinde: aynı yazar: “Schriften- Yazılar”; yayımlayan: Werner Mittenzwei, Aufbau-Verlag, 3. Auflage, Berlin/Weimar, 1981, s. 156- 165
Prof. Dr. Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (2 Mart 2016)