Anlamlandıramadığımız günlerden geçiyoruz yine. Sevinç, hüzün, mutluluk, keder birbirine geçmiş durumda. Kavram karmaşası dedikleri bu olsa gerek, diye düşünüyorum zaman zaman. Gülmekten utanır mı insan? Onu da yaşadık çok şükür. Gülerken aklımıza düşenler bir anda siliyor yüzümüzden o görüntüyü. Üzülmekle beraber bir utanç da var bu donukluğun içerisinde. Ve bazen de bir umursamazlık hissettiğimi de itiraf edeyim. Sanki her şey olağanmış gibi geliyor. Sanki hep böyle yaşıyormuşuz gibi… Ne bileyim, ifade etmesi bile bu denli güç işte.
Gülmekten utansak da vazgeçmeyeceğimiz de bir gerçek. Çünkü direncin diğer adıdır aynı zamanda, gülmek. Ve çocuklar… Her zaman gülmek isterler, bizi de gülerken görmek isterler. O halde bugün öyle bir kitaptan söz edelim ki adını duyduğumuzda yüzümüzde bir tebessüm oluşsun.
Franz Kafka’nın “Dönüşüm” adlı eserini hemen herkes bilir. Okumamış olsa da Gregor Samsa’nın bir sabah böcek olarak uyandığını duymayan yoktur.
Peki, “Kanepeye Dönüşen Baba”yı bilir misiniz? Eğer biliyorsanız “Hamburgere Dönüşen Anne”yi de biliyorsunuzdur. Yok, eğer bilmiyorsanız da şimdi duydunuz. Her iki kitap da Fatih Erdoğan’ın Mavibulut Yayınları tarafından yayımlanan kitapları. “Hamburgere Dönüşen Anne”den daha önce söz etmiştim burada. Güler Hanım bir sabah uyanıp kendisini hamburgere dönüşmüş olarak bulmuş ve sonrasında komik serüvenini okumuştuk. Yeni kitabında da “Kanepeye Dönüşen Baba”yı anlatıyor Fatih Erdoğan. Kitaba geçmeden şunu belirteyim ki, bu kitabı topluma açık, kendinize yabancı olarak tanımlayacağınız insanlarla aynı ortamdayken okumayın. Ya da “kendi kendine neden gülüyor bu adam/kadın/çocuk” bakışlarına hazırlıklı olun. Tecrübe ile sabittir, belirteyim. Yazarın daha önce başka kitaplarından da çok keyif aldım, güldüm fakat iddia ediyorum sadece kendisinin değil, şu anda kitapçıların raflarında bulunan bu tür kitapların en komiğidir “Kanepeye Dönüşen Baba.” Şimdi gelelim kitabın konusuna: “Hayrettin Bey, iki çocuklu, standart bir yaşama sahip sıradan bir adam. Eşi de çalışıyor olmasına rağmen yaşamın zorlukları karşısında ona destek olmayan, işi dışında kalan zamanın tamamını evde televizyonun karşısında geçiren bir bencil. O kanepede geçirdiği uzun zamanların sonunda kanepeyle bütünleşir ve kendisi de bir kanepeye dönüşür. Kitap ‘Dönüşüm’de olduğu gibi Hayrettin Bey’in dönüşümüyle başlıyor. Bir sabah kanepeden kalkmaya çalışırken önce başını sonra da gövdesini kaldırmaya çalıştı fakat olmadı. Sonrasında iki elini aynı anda kaldıramadığını da fark etti. Çünkü elleri ve ayakları kanepenin ayakları görevini üstlenmişlerdi. Yani anlayacağınız bir türlü doğrulamadı Hayrettin Bey. Durumu ilk fark eden eşi Dürdane Hanım oldu. Peki, nasıl gizleyeceklerdi bu durumu? Doktor, Serpil ve Serkan, Atiye Hanım (temizlik işleri yardımcısı), komşu Emine Hanım da bu serüvenin birer parçası.
Son dönemde Fatih Erdoğan kitaplarında o kadar çok güldüm ki artık adını duyduğumda yüzümdeki gülümsemeye engel olamıyorum. Yazarlar üzerine pek yazmam, kişiliklerine değinmem yazılarımda fakat bunu da söylemeden edemeyeceğim. Kitapların etkisinden olsa gerek yazarın adını her duyduğumda sevimli, sempatik bir insan canlanıyor gözümün önünde. (Görünüş itibariyle çok farklı da sayılmaz ama…)
Dönelim tekrar kitaba ve sözü sonlandıralım. Yaşamın sıkıcılığı, rutin döngüsü içerisinde böylesi kitaplar güzel bir mola olacaktır biz yetişkinler için de. Kısa bir anlık olsa da… Ve eğitim sisteminin acımasız dişlileri arasında gelecek kaygısını, çok erken yaşlarda yaşamaya başlayan çocuklar için de stresten uzaklaşmak için iyi bir kitap “Kanepeye Dönüşen Baba.” 8 yaş ve civarı için tasarlanmış olsa da her yaştan okurun ilgisini çekecek ve eğlendirecektir bu kitap. Ama yine söylüyorum. Yalnızken okuyun bu kitabı. Aksi takdirde hunili(!) derler maazallah!
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (14 Mart 2016)