Bazen bir kadının “artık” görmeyen gözlerinde, bazen eksik kalmış bir ailenin iç burkucu acısında, bazen eşini kaybetmiş bir adamın yasında… Bazen de bir tek kelimenin ağırlığı altında ezilirsiniz “savaş” söz konusu olduğunda.
“Savaş, iç deşer; savaş, bağırsakları boşaltır. Savaş, teni yakıp kavurur. Savaş, organları bedenden koparır. Savaş, yıkıp yok eder.” diyor Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak adlı o sarsıcı kitabında.
Savaşta yakılmış, yıkılmış, harap edilmiş olan şehirler değil içinde yaşayan canlılardır aslında. (Kucağında kedisiyle komşu ülkelere sığınanları görmedik mi?) Yanı başımızdaki bu ‘misafir’ hayatların, gündelik telaşlarımız ve daha nice kaygılarımız arasında silinip kaybolduğu, hatta görmezden gelindiği bir dönem yaşıyoruz sanki. Çünkü bizim yaptığımız da belki bu: “Başkalarının Acısına Bakmak”…
Çok şey söylendi, çok şey yazıldı, çok şek konuşuldu onlara dair. Bazen sözün bittiğini düşündük, bazen tüketildiğini, bazen de içinin boşaltıldığını… Ne söylesek biraz eksik kalacak, farkındayız. Belki de bu yüzden, Fotoğrafçı Kerem Yücel sadece izlemekle kalmamış kayıt düşmek de istemiş ülkemizdeki ‘misafir’leri…
“Yağmur hiç durmamıştı. Sadece ben değil, fotoğraf makinem de iç aksamlarına kadar ıslanmıştı. Savaşın ilk aylarıydı.” diye başlıyor Yücel, hikâyesini anlatmaya. Küçük bir Suriyeli çocuğun kolilerini taşımasına yardım ediyor o gün. Sonrasında onların hayatlarına dahil oluyor. En nihayetinde ortaya Can Yayınları tarafından okura sunulan Misafir kitabı çıkıyor. Birbirinden çarpıcı fotoğrafların bulunduğu kitabın metinlerini ise Serdar Korucu yazmış.
Fotoğrafın işlevi üzerine daha bir kafa yorduğum şu günlerde Misafir’in karşıma çıkışı hiç de tesadüfi olmasa gerek. Neden, çünkü: “Fotoğraf, dünyanın her köşesinde anlaşılan tek dildir ve bütün ülkelerle kültürler arasında köprü kurarak insanlık ailesini birbirine bağlar. Siyasal etkilerden bağımsız olarak –insanların özgür yaşadıkları yerlerde– fotoğraf, hayatı ve olayları doğrulukla yansıtır, başkalarının umutlarıyla çaresizliklerini paylaşmamıza imkân tanır, siyasal ve toplumsal koşulları aydınlatır. Böylece, insan türünün insani ve insani olmayan yönlerinin canlı şahitleri haline geliriz…” (Helmut Gemsheim, Creative Photography, 1962)
Kitaptan…
Misafir hikâyelerini yine o misafirlerden dinlemek gerekiyor. Bir fotoğraf karesinin yanına iliştirilmiş üç beş cümlelik notlar bazen bizlere çok şey anlatabiliyor.
“O kadar çok insan öldürdüler, yaktılar ki yanmış ceset kokuları şehre yayıldı. Biz de namluyla karşılaştık ama bir asker hayatımızı bağışladı. Savaşta tetiği çekenleri de şehit düşenleri tanıyorduk.”
“Suriye’de herkes zalimleşti. İnsan öldürmeyen yok neredeyse. Bu süreçten kaçtık. Gözümüz hep arkadaydı. Zeytinliklerimizde. Eşim ve büyük oğlum döndüler. Akrabalarımızdan aldık haberlerini: ‘Onlar cennete gitti.’”
“Mahşeri yaşadık biz. Bir kez değil. Birkaç kez. Her geçtiğimiz yerde camilerden ‘kaçın’ çağrıları yapılıyordu. Çoluk, çocuk, kadın, erkek, yaşlı… Herkes sokaklara dökülüyordu. Çığlıklar, gözyaşları uzaktan gelen patlama seslerine karışıyordu. Bizim için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
“Eşimin işkence gördüğünü öldüğünde sırtındaki izlerden anladım. Ondan geriye hiçbir şey kalmadı. Oğlum dışında. Her şeyimizi sattık gelirken. Bazen aklıma geliyor; acaba şimdi evlilik yüzüklerimizi kimler takıyor?”
“Ona çok aşıktım. Aşkımı sırtıma çizdirdim. En büyük yeri kaplasın istedim. Aşkım Suriye’de öldü. Karım mayınlı arazide geride kaldı. Yanımda ise altı aylık bebeğimin anası. O da geçmişimi kıskanıyor. Haklı da. Bu aşk nasıl unutulur?”
“Eskiden darbuka, keman, ne olsa çalardık. Eğlenir, eğlendirirdik. Bugünse hayata bile zar zor tutunuyoruz. Bebeğimiz sınırda doğdu. Anne sütü yerine şekerli su içirebildik. Hangi aile çocuğunu böyle büyütmek ister?”
“Tüm gün odadayım. Bir başımayım. Keskin nişancı benden sadece gözlerimi değil, hayatımı, yaşam sevincimi aldı. Çocuklarımı göremez oldum. Artık onlar sadece birer karaltıdan ibaret benim için. Ne bir anne gibi hissediyorum kendimi ne de bir kadın gibi.”
“Doktor olmak istiyoruz. Annemizi iyileştirmek için. Yüzü hiç gülmüyor savaşta yaralandığından beri. Keşke… keşke bizi bir kere daha görebilse…”
“Bir insan hayatında kaç ceset görür? Biz çok gördük, çok fazla. Hepimizi etkiledi yaşadıklarımız. Çocuklarımızı da. 10 yaşındaki kızımın yazdığından belli değil mi başımıza gelenler? ‘Kalbimde mayın var.’”
“Gidecek başka yerimiz yok. Burası bizim yeni vatanımız.”
Not: Fotoğraflar için Can Yayınları’ndan izin alınmıştır.
Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (15 Nisan 2016)