Şair, öykücü, denemeci, romancı, öğretmen, dergici, yayıncı, editör… Aydınlanmanın ışığı, Hüseyin Yurttaş’ın kaleminden yayılıyor, yarım yüzyıldır. 16-24 Nisan 2016 tarihleri arasında düzenlenen 21. TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’nın onur konuğu Yurttaş, karanlığın karşısında edebiyatla duruyor.
Kentte yetişmemiş bir şair olarak kırsalın zenginlikleriyle yürümüş, ebediyatın derin sularına.
“Çocukluk ülkesi” Kozbeyli’de açtığı gözleri büyüdükçe, kitapla yıkamış beynini. Çünkü, “kitap / yele verilen sözün özü / kitap / karanlığa tuzak / kitap / ışığın hüzmesi / zindana inat! / dediler oku / dediler yaz / bununçün besleyip büyüttü seni bu toprak!”
Mini mini beyinlere 18 yıl aydınlığı öğretişi, bilgiyi paylaşmayı önemsemesinden. Usta Türkçesinden çocuk edebiyatı da alıyor payını. Öğretmen iken tam bir öğretmen, yayıncıyken tam bir yayıncı… Ama aslı şair, yazar Hüseyin Yurttaş’ın. Diğer kimlikleri, kalem gücünün üstünde yükseliyor. Sohbetli yazıları içten; müzikli şiirleri kadar… Aşkın doruklarında, Ege’nin kuytularında dolaştırıyor okuru, İzmir’in semtlerinde ya da Sıvas’ın acılarında: “‘metin’ olmak elimde değil / ‘behçet’engiz şiirler yazmak geliyor içimden / vurmak karanlığa / bir yalım gibi / geçip gitmek / onu eriterek / hey gidi / ne çare / yanıyor madımak.”
Öğretmenlik: Edebi serüvenin yoldaşı
“1946’da, İyonya’nın 12 kentinden en büyüğü Foça’nın Kozbeyli köyünde, okumayı seven bir ailede dünyaya gelişi, Yurttaş’ın şansı” mı diyelim? Hiç mi pay vermeyelim yani, çocuk Hüseyin Yurttaş’ın kendi dünyasını zenginleştirme çabasına. O ise, tüm mütevazılığıyla, en büyük payı babasına veriyor:
“Babamın çocukluğu Tevfik Fikret‘i ezberleyerek geçmiş. Sözlük karıştırmayı çok severdi, dilin derinliklerinde gezinmekten hoşlanırdı, ince anlam ayrıntılarını kovalardı. Taşlamalar yazardı. Böyle bir köylü düşünün.” Diğer pay ise, Şeyh Galip’ten, Şeyhülislam Yahya’dan dizeleri, Asım Kültür’den yazıları, ezbere okuyan amcasının. Öğretmenleri de okuma ateşini körükleyince, aldığı eğitime vefa borcundan belki, öğretmenliği seçiyor. Edirne Erkek İlköğretmen Okulu’nun bir güzel sanatlar lisesini andıran atmosferi, zengin kütüphanesi besliyor onu. “Orada gerçek şiirle tanıştım” diyor ya Yurttaş, bu sözü önce Attilâ İlhan’a ithaf ediyor. Kuşağının tüm aydınları gibi Varlık kitaplarına “dadanıyor”. Ama ilk yazdıkları yeterli gelmiyor Yurttaş’a. “Bunun nedeni, bir kent kültüründen gelmemiş olmam. Sanat ortamının içine doğmuş olsa insan, elbette ki adını çok daha kolay duyurur ve daha düzeyli bir noktadan başlar. Halkın içinden gelip de yetişmek, kendini aydın bir insan halinde yeniden konumlandırmak gerçekten güç” diye açıklıyor ilk mücadelesini. Bir de, köylerde öğretmenlik yapışı; dağların başında, 15 gün öncesinin günlük gazetelerini, Varlık yayınlarını getirsin diye postacının yolunu gözlediği 10 yıl. “Dağ köyünde kime okuyacaksın yazdığın şiiri?” dese de, okuyarak geçirdiği uzun geceler, edebiyatçı kimliğinin oluşmasına yaramış Yurttaş’ın. Öğretmenliğinin temelinde “Aydınlanma bir bütündür” anlayışı var onun. Ancak “Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki aydınlanma heyecanı ne yazık ki giderek kayboldu” diyor. “Aydın kuşaklar yetiştirmek ancak bütünsel bir çabayla mümkündür. Toplumsal yaşam ve eğitim öylesine etkiler ki bireyi, birey aydınlığa doğru gidiş varsa oraya yürür, karanlığa doğru gidiş varsa oraya.” Ona, daha öğretmen okulunda gördüğü bir rüya müjdelemiş bu ideali: “Öğretmen olup köyüme atanmışım. Köyümün lojmanının önü kayalıktır hâlbuki ama rüyamda topraklıkmış Orayı sürüyorum, bir şeyler ekecekmişim. Demek ki beynimizin hücrelerine kadar eğitimci kimliği işlenmiş: Siz öğretmen olacaksınız, köye gideceksiniz, o insanlara aydınlığı taşıyacaksınız.”
Son durağı roman
Öğretmenlik, Yurttaş’ın çocuk edebiyatını zenginleştirmesi için bir köprü olmuş. “1979, Dünya Çocuk Yılı olmasaydı, aklımıza çocukların geleceği yoktu. Ama ben 1975’te başladım, çocuklar için yazmaya” diyor. Bu açığı son 20 yılda kapattıklarını söylerken başka bir soruna dikkat çekiyor, Ege ağzıyla: “Şimdi de önüne gelen, bir şeyler yazıyor. Deli debbek. Çocuk anne masal anlat, diyor. Annesi uyduruyor, onu da masal diye yazıyor. Oysa çocuğa edebi zevkin ilk tatlarını vereceksin. Çocuğu geleceğin okurluğuna hazırlamak gerek.”
10 yılı köylerde geçen 18 yıllık öğretmenliğe, dergicilik “Dönemeç”indeyken veda ediyor Yurttaş. Ali Rıza Ertan, Ahmet Günbaş ve Kadri Sümer ile birlikte, Mart 1976’da Dönemeç’i çıkarmaya başlıyorlar. 1983’te, bir şirketin yayıncılık, dağıtımcılık işini de alınca, “Her gün hazırlık isteyen öğretmenliği iyi yaparsam yapayım” diyerek istifa ediyor. Bugün bu kararını, “Doğrusu, hiç ayrılmasam daha iyiymiş. Ticaret benim işim değilmiş” pişmanlığıyla anıyor.
Kesintilerle 92 sayı çıkan, İzmir’in en uzun ömürlü özel edebiyat dergisi Dönemeç ise, dönemin tüm zorluklarına karşın, edebiyata yön veriyor. Fergun Özelli‘nin ilk şiirlerinin, Buket Uzuner‘in, İnci Aral‘ın ilk öykülerinin yayımlandığı Dönemeç, birçok edebiyatçının ilk göz ağrısı oluyor. Ama dağıtımcılardan yediği darbeler derginin sonunu getiriyor. Yurttaş, İzmir’de dergiciliğe yıllar sonra devam etti. 2003 – 2005 yılları arasında yayınlanan Ünlem Sanat’ın da yayın kurulunda yer aldı.
Edebi türlerin geniş yelpazesinde dolaşan bir yazar, şair Yurttaş. Şiirle başladığı serüvene, eleştiri, gazete, inceleme-araştırma yazıları, siyasi yazılar, oyunlar eşlik ediyor. Hatta Arzum Onan-Mehmet Aslantuğ ikilisinin bir dönem çok izlenen dizisi “Sıcak Saatler”e de hikâye yazdı uzun süre.
Roman türüne ise edebiyatının ustalık döneminde yöneldi. İlk romanı “Saklı Kimlik“, memleketi Kozbeyli’den gerçek bir kişiye dayanıyor: “Pinti Latif Ağa diye bir adamın oğlu Mustafa, kayıp. Basmış, gitmiş bir daha da dönmemiş. Latif Ağa’nın kızları da evlenmemiş, ölüp gitmişler. Malları Maliye’ye kaldı, devlet açık artırmayla sattı. Bu, gerçek hikâye. Zaman zaman buraya İstanbul’dan yerleşen adamlardan biri neden Latif Ağa’nın Mustafa olmasın, diyerek romanı kurdum. 43 yıl sonra tekrar Kozbeyli’ye gelmiş gibi Mustafa’yı işlemeye başladım.” Romanın bundan sonrası kurmaca ama bir gerçek kişi daha var: Nazım Hikmet‘i Bursa Hapishanesi’nde karşılayan “Müdür Baba”. Ustalıkla kurulan romanda, gerçekle hayal iç içe geçiyor.
İlle de şiir!
Yurttaş, farklı edebi türlerde gezinmesini, “Daldan dala atlamak değil de, bazı türlerde insan bazı şeyleri anlatamıyor. Öykünün sınırlarına sığmayan, roman olmak zorunda; şiirle anlatamayacağınızı öyküyle anlatmak gerekiyor” diye açıklıyor. Ama şiirleri… İlle de şiirleri; çağlar öncesinin kültürüyle beslediği dizeleri… “Türk şiirinin bütün birikimlerine sahip çıkmak gerek. Halk ve divan edebiyatlarının bize bıraktıklarını ses olarak, ‘Ya bu Türk şiiri be!’ dedirtecek bir anıştırma amacıyla kullanıyorum” diyor.
“hayyam’dık, şarapları içtik de geldik / yunus’tuk, sırat’ları geçtik de geldik / bin yıl uyuduk, bir gün uyandık / nazım olduk, bayrakları açtık da geldik” dediği dörtlüğü bu çabayı anlatmıyor mu? Onun kaleminde şiiri giyinen sözcükler, yavaştan bir musiki de çalıyor fonda. Yurttaş, tüm iyi şairler gibi şiirin iç müziğini önemsiyor: “Yeryüzünde insanları en çok, müzik etkiler. Çünkü bellekte kalır, ıslıkla bile taşınır. Alırsın belleğine, Afrika’ya gidersin, o da seninle birlikte gider. İkinci sanat, şiir. Çünkü o da bellekte kalıyor. Bu nedenle Türk halkı atasözlerindeki öğütleri bile şiir biçiminde, kafiyelerle söylemiştir.”
Dizelerinde “İzmir Sarhoşları” geziniyor; “nasıl incinirdi yüreklerimiz / kendi sorularımızı yanıtsız bırakmaktan / boşverin sövüp saymamıza / asıl suskunluğumuzla sarhoştuk biz / biliyorum, bir tek sözcük çıkmadı ağzımızdan / oradaydık; kahvede, sokakta, otobüste / işitmediniz, işitmediniz / oysa ne çok konuştuk biz!”
Anadolulu edebiyatçıları işitmeyenlere, Ege’den bir ses o. Yurttaş, “Edebiyatçıların kendini yetiştirmesine, usta yazarlar dost eli uzatabilirler” diyor, İstanbullulara nazire yaparcasına. Yeni edebiyatçılar, okurlar yetiştirme çabası, kâh İzmir’de kâh Foça Kozbeyli’de devam ediyor. Köyünde kimi çocuklar okumak için aldığı kitapları getirmese de, sonra utanarak ondan kaçsalar da “Olsun” diyor Yurttaş, “ben bunu bilerek yapıyorum.” Köyünün kültür yaşamını zenginleştirmeye, çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandırmaya çalışıyor, yıllardır.
“şairler yakılıyorsa ülkende / daha çok şiir oku çocuk / şairler yakılıyorsa ülkende / sen de şiir yaz çocuk” diyen de o değil mi?
Duygu Özsüphandağ Yayman – edebiyathaber.net (19 Nisan 2016)