“Yaşamı cesur yaşamak gerek. Yaşamı doyarak yaşamak gerek. Yaşamı insafsızca yaşamak gerek. Yaşam sert. Yaşamı sert yaşamak gerek. Aşırı duyarlılıkları, garip aile bağlarını zamanında yenmek gerek. Kendi kendine cesur olan insan, neden ölümünü cesur ve istekle ölmesin? İstekle yaşayan insan neden istekle ölmesin?”
1943’te dünyaya gelen yazar ve çevirmen Tezer Özlü, 1986’da aramızdan ayrılana kadar geriye bıraktığı sayılı eserde de her zaman savunduğu gibi, yaşamı son nefesine dek cesur yaşadı.
10 Eylül günü, Kütahya’nın Simav ilçesinde doğan Özlü, kendi doğum günüyle en sevdiği yazar, Cesare Pavese’nin doğum gününün aynı güne denk gelmesini “Yaşamın Ucuna Yolculuk” kitabında şöyle anlatır: “Pavese’nin doğduğu gün doğduğumu şaşarak öğreniyorum: 9 Eylül. Ben geceyarısından sonra. Ama Anadolu’da geceyarısı geçtiğinde, S. Stefano Belbo’da henüz belki de geceyarısı olmamıştı. Aynı gün. Aynı yıl değilse de.”
Eğitmen anne babası ve iki kardeşi ile Gerede ve Ödemiş’te geçen “çocukluğunun soğuk geceleri”ne, on yaşından sonra İstanbul’da devam etti. Avusturya Kız Lisesi’nde okuyan Özlü, hiçbir zaman okula ait olmadığını, “yaşamın yalnızca sokaklarda” olduğunu düşünürken bir yandan da Dostoyevski ile birlikte nihilizm ve Pavese ile birlikte ölüm kavramını sorguladı. 18 yaşında “güzel genç bedeni ile ölmek, cesedini bulacak kişileri korkutmak, alın, bu acımasız yaşam sizin olsun, demek isteyerek” intihar girişiminde bulundu. Ardından soğuk bulduğu rahibelere ve eleştirdiği eğitim sistemine daha fazla dayanamayıp okulu bırakarak otostopla Avrupa’yı gezdi. Fakat daha sonra yarım bıraktığı eğitim hayatını, babasının ısrarıyla İstanbul Erkek Lisesi’ne girerek bitirdi.
1962-1963 yılları arasında Avrupa’yı gezerken Paris’te Adalet Ağaoğlu’nun kardeşi, tiyatrocu ve oyun yazarı olan Güner Sümer’le tanıştı ve evlenip Ankara’ya yerleşti. Sümer, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda çalışırken, Özlü de Yeni Dergi, Yeni İnsan, Yeni Ufuklar dergilerinde yazılar yazdı ve Almanca-Türkçe çeviriler yaptı. Ayrıca Sümer’in yönettiği Brendan Behan’ın Gizli Ordu oyununda rol aldı. Daha sonra 1967’de Sümer’den ayrılan Özlü, tekrar İstanbul’a döndü.
Psikolojik tedavi ve rehabilitasyon amaçlı 1967-1972 yılları arasında hastaneye yatan Özlü, bu süre boyunca çocukluğunu, ailesini, okulu ve hayata dair görüşlerini yazdığı “Çocukluğun Soğuk Geceleri” kitabını oluşturdu, fakat kitap ancak 1980’de yayınlayabildi. O yıllarda hastanede yaşadıklarını kaleme aldığında, kafasına elektroşok verildiği sıradaki düşüncelerini şu cümlelerle anlatır:
“Dayan buna, diye düşündüm. Senin düşüncelerini değiştirip kendilerininkine nasıl olsa uyduramayacaklar. Seni görmek istedikleri gibi olmayacaksın hiçbir zaman. Tanımadığın sürece her acı dayanılabilir.”
En zor durumdayken bile kendine ne olursa olsun kendi olmaktan asla vazgeçmemeyi öğütledi. Doğrunun aslında değişken olabildiğine, düşüncelerin tek tip olmaması gerektiğine inandı ve yapıtlarıyla da hep sözlerinin arkasında durdu. Bütünsel bir özgürlüğü, tamamen içgüdüsel ve duygulara dayanan bir hayatı arzularken özgürce delirememenin ölüm arzulatan acısını ise hep beraberinde taşıdı.
Ayrılıkla sonuçlanan ilk evliliği ardından kısa bir süre sonra, 1968’de ikinci evliliğini yönetmen Erden Kıral’la gerçekleştirdi ve beş yıl sonra Kıral’dan Deniz adında bir kızı oldu. Daha sonra Kıral’dan ayrılacak ve onunla dost kalacak olan Özlü, 1985 yılının Aralık ayında kızı Deniz’e verdiği bir röportajda Erden Kıral’dan severek ayrıldığını belirtmiştir.
İlk kitabı olan “Eski Bahçe” kitabı 1978’de yayınlandı. Bu kitapta, yazdığı çeşitli dergilerdeki öyküler yer aldı. 1981 yılında Almanya’dan burs alarak Berlin’e giden Özlü, orada üçüncü evliliğini gerçekleştireceği fotoğraf sanatçısı İsviçre asıllı Hans Peter Marti ile tanıştı. “Ölümüm” diye tarif ettiği Marti’den bir mektubunda şöyle bahseder:
“Berlin bursunu sanki bunun için kazanmışım, bu adam için gitmişim, iki kocamda da bulamadığım o şefkati bulmak için. Aldım getirdim onu işte! Ölümümü bulmaya gitmişim sanki…”
Fakat diğer yandan Kıral’la olan evliliği devam eden Özlü, birçok bürokrasi sorunu yaşadı ve son olarak Marti ile evlenmek için Zürih’e taşındı. 2 Nisan 1984’te evlenen çift, yazarın ölümüne kadar orada yaşamaya devam etti.
1983’te “Auf Den Spuren Eines Selbstmords” (Bir İntiharın İzinde) adı ile yazdığı roman Marburg Yazın Ödülü aldı. Kitabın düzenlenmesi konusunda Ferit Edgü’den yardım alan Özlü, onun önerisiyle kitabı Türkiye’de 1984’te “Yaşamın Ucuna Yolculuk” adıyla yayınlandı. Tezer’e yazdığı bir mektupta “Kitabına ne güzel yakışırdı Yaşamın Ucuna Yolculuk” diyen Edgü, “Sürdüğün iz, bir de baktın ki kendi izin. Üstelik intiharın değil, yaşamın izi. İnsanlarla dolu yalnızlığının izi” sözleriyle hem Tezer’i hem de kitabı açıklar.
14 günlük Avrupa seyahatini kaleme aldığı “Yaşamın Ucuna Yolculuk” kitabında Özlü, çok sevdiği üç yazar olan Franz Kafka, Italo Svevo ve en büyük tutkusu Cesare Pavese’nin peşine düşmüştür. Başından sonuna kadar Pavese’nin alıntılarının yer aldığı kitap, aslında bir çeşit “Pavese’ye yolculuk”tur onun için. Mezarlarına gittiği hatta ailesiyle tanıştığı yazarlardan sonra sıra Pavese’ye geldiğinde, artık tüm yolculuğunun başlangıcı ve bitişi aynı yerdedir. Onun intihar ettiği otele gidip kaldığı odanın bir alt katında oda tutar, kitabında adı geçen marangoz arkadaşı Nuto ile arkadaş olur. Pavese’yi Nuto’yla, mekânlarla, objelerle, şehirlerle paylaşır. Onu daha iyi anlamak için onun gibi düşünüp onun gibi yaşamaya çalışır.
“Bütün yaşama cesaretimi ölülerden alıyorum. Anlatılarında yaşadığım ölülerden. Bu kahrolası dünyayı, yaşanır bir dünyaya dönüştürmeyi başarmış ölülerden. Dünyanın ihtiyacı olan, her olguyu vermiş, söylemiş, yazmış ölülerden.”
Tezer Özlü, yazdığı üç kitap sonrası, belki de daha çok yazacak cümlesi varken göğüs kanserine yakalandı. Daima ölümü düşünen, yazan ve yazanları okuyan Özlü, ölümünü getirecek hastalıkla tanıştığında düşüncelerini şu sözlerle aktardı:
“Şu şansa bak: Sinir hastanesinden çıkıp kendini kanserin kucağında buluyorsun.”
Tedavi için Paris ve Zürih arasında mekik dokurken en son Zürih’te tedavisi devam etti. Yine bir ameliyatı sonrası eşiyle birlikte Kıbrıs’a gittikleri sırada kardeşi Sezer’e attığı bir kartta şöyle yazdı:
“Baharda sevgili Arnavutköyüme geri geleceğim ve bundan sonra hep birlikte olacağız.”
Ancak iki ay sonra Özlü, iyi olmadığı için kardeşi Sezer’i Zürih’e çağırdı ve Sezer yola çıkmaya hazırlanırken Marti’den gelen telefonla Tezer’in ölüm haberini aldı. Tezer’in son sözü ise eşi Marti’ye söylediği “Beni yalnız bırakma” oldu.
“Bir Arkadaş Niçin?/Aşağıda yatıyorum/Sokağa bakan pencerenin yanındaki divanda/Bir ses birden bir olay oluyor/Kulağımın dibinde bir dal cama vuruyor/Tezer” diye yazmıştır Can Yücel, Özlü’nün ardından. 18 Şubat 1986’da Zürih’te ölen yazarın mezarı İstanbul’daki Aşiyan Mezarlığı’nda bulunuyor.
Ölümünün ardından diğer öyküleri ile birleştirilen “Eski Bahçe” kitabı, “Eski Bahçe-Eski Sevgi” adı ile 1987’de tekrar yayınlandı. Notları ve öykülerinden oluşan Kalanlar adlı kitabı 1995’te, Sezer Duru tarafından düzenlenen Zaman Dışı Yaşam adlı senaryo kitabı 1998’de ve son olarak dergilere yazdığı yazılardan derlenen “Yeryüzüne Dayanabilmek İçin” adlı kitabı da 2013’te yayınlandı. Ayrıca yazarın yazdığı mektuplar “Leyla Erbil’e Mektuplar” ve “Her Şeyin Sonundayım, Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları” isimleri ile iki ayrı kitapta toplandı.
Irmak Şahinoğlu – edebiyathaber.net (29 Nisan 2016)