İnsanların düşlerinden kolay vaz geçtikleri, tarihsel hayal kırıklıkları nedeniyle daha iyi bir yaşam umutlarını kaybettikleri bir çağda yaşıyoruz. Kapitalizmin bir alternatifi olmadığının devamlı tekrar edildiği bir çağ, aynı zamanda bu dönem.
Ütopyaların daha da ütopik bir hâl aldığı, dünya içerisinde kurulabilecek olan başka dünyaya olan inancın körleştirildiği, savaşın, ölümün yaşamın hep merkezinde olduğu, güncel siyasetin içerisinde kaybolup gittiğimiz şu günlerde umut hiç mi yok sorusuna cevap olabilecek bir kitap, geçtiğimiz günlerde Metis tarafından basıldı. Dan Hancox’un “Dünyaya Kafa Tutan Köy” adlı kitabından bahsediyorum.
Kitap İspanya’da bir Endülüs köyü olan Marinaleda’dan söz ediyor. Marinaleda gerçekleşmiş bir ütopya, direnişle nelerin kazanılabileceğini gösteren bir örnek olarak çıkıyor karşımıza ve düşlere önem vermenin kıymetini hatırlatıyor. Hancox bir sosyal antropolog titizliğiyle Marinaleda’ya gidip, bize içeriden gözlemlerini yaptığı birebir görüşmelerle aktarmış. Ayrıca bir ütopyanın doğuşunu, Marinaleda’nın direniş ve mücadele belleğini anlaşılır kılmak için İspanya’nın tarihsel hafızasını ayrıntılı bir kronolojiyle sunmuş.
Marinaleda köyü başka bir dünyanın somut bir örneği olarak karşımıza çıkıyor ancak elbette bu durum kendiliğinden oluşan bir şey değil. Kitabın aktarımıyla; İspanya faşizmden liberal demokrasiye geçiş sürecine başlarken, köy halkı da bir siyasi parti ve sendika oluşturmuş, toprak ve özgürlük için mücadeleye başlamış. İşgaller, açlık grevleri, yürüyüşler şeklinde direnirken elbette tutuklanmışlar, dövülmüşler, işkence görmüşler ızdıraplarını dindirmek için direnmekten vaz geçmemişler ve sonunda 1991 yılında galip gelmişler. Kendilerine İnfantado Dükü’ne ait 1200 hektarlık bir arazi bağışlanmış. Tabi ki sadece toprak bir düşü gerçekleştirmek için yeterli olmaz. Onların en büyük avantajı sanırım İspanya’nın anarşizm ruhuna uygun bir tarihsel belleğe sahip olması olmuş. Çünkü Hancox’un deyimiyle: “Bu bölgede yaşayan köylüler yalnızca otoriter bir yönetime karşı çıkmalarıyla değil, otoritenin her türlüsüne karşı olmalarıyla göze çarparlar.” Ayrıca pratikte de Bakunin, Kropotkin gibi anarşist düşünürlerin fikirlerinden etkilendiklerini belirtiyor Hancox ki kitapta köylülerin pratiklerinin “karşılıklı yardımlaşma” üzerine kurulu olduğunu görebiliyorsunuz.
Marinaleda köyünden bahsederken özellikle anılması gereken bir isim var. Sánchez Gordillo, o en baştan beri mücadelenin en önünde yer almış bir isim. Kendisini şöyle tanıtıyor: “Hiçbir zaman oraklı çekiçli Komünist Parti’ye üye olmadım, fakat komünistim ya da komüniter.” Gordillo’nun Marinaleda halkı için çok önemli yerde olduğunu kitap boyunca hissediyoruz kendisi liderlikten hiç hazzetmemesine karşın köylüler ona o da köylülere yol göstermiş. Onun sadece eylemsel pratikte değil, ütopyanın bir felsefesinin oluşmasında da önemli bir katkısı olduğu görülüyor. Ona göre sol partiler sadece oy istemek için onlarla ilgileniyorlar, kanunlar, âdetler, memurlar, alışkanlıklar, bütçeler, düzenlemeler ve İspanyol yönetim standartlarının hepsi iktidar aracı. Faşizmin işine yarayan, fakat mücadele ve özgürlük aracı olarak halka bir hayrı dokunmayan bu eski mekanizmalar yıkılmalı. Elbette ona da muhalefet edenler var, epey popüler bir isim aynı zamanda hâttâ pop kültürünün etkisiyle adına tişörtler basan ünlü bir marka gelen tepkiler üzerine ürünü piyasadan kaldırmış. Ancak şu gerçeği Hancox’un anlatısında çok net görebiliyoruz ki Marinaleda halkı için çok değerli ve anlamlı bir yerde duruyor.
Marinaleda ütopyasının düşlerinden de söz etmek gerek. Onlar gelecek için isteklerini bugünden hayata geçirmeye çalışıyorlar. Ütopya inançlarını canlı tutuyorlar çünkü mücadele edilince gerçek olabileceğini kendi pratiklerinden biliyorlar. Önemli üç düşten bahsediyor Gordillo: “Birincisi huzur düşü; mezarlığın değil, eşitliğin huzuru. Bu şöyle bir şey: Doğal kaynakların ve işçilerin ürettiği zenginliklerin, bir azınlık tarafından gasp edilmemesi, onları üreten işçilere geri dönmesi. Eşitlik düşü: Konutların herkesin olması düşü, çünkü sen insansın, spekülasyonu yapılacak ticari bir mal değil diyor; Gordillo. Ve en sonuncusu, bankaların ortadan kaldırılması düşü; enerji gibi doğal kaynakların çokuluslu şirketlerin değil halkın hizmetinde olması gerekliliği.” Marinaleda’nın düşlerine inanmayı herkes ister sanırım ve işin güzel tarafı onların bu düşleri başarmaları. Çünkü köyde kararlar herkese açık büyük toplantılarda alınıyor bu toplantılarda çocukların da söz hakkı var. Çiftlikler, tarlalar, üretim tesislerinin mülkiyeti ortak, insanlar kooperatiflerin sağladığı malzeme ile birbirleriyle dayanışarak, yardımlaşma ile konut sahibi oluyorlar, kooperatifin işleri hasadın ihtiyaçlarına göre görülüyor, bir anonsla size yarın tarlada iş olduğunu öğrenip katkı sunmaya gidiyorsunuz mesela. Köyde özel teşebbüse izin veriliyor ancak hayatın makul bir parçası sayıldığı için bu izin hiçbir zaman büyük, çokuluslu şirketler için geçerli değil. Köyde herhangi bir ailenin kendi işletmesini açabilmesi şeklinde gerçekleşen bir durum. Ki yazar Marinaleda’da bir tane bile çok uluslu şirket tabelasının olmadığını sıklıkla belirtiyor.
Endülüs bölgesinde pueblo adı verilen yerlerde yaşayan halkların hiçbir zaman köylülüğün çizdiği yörüngenin dışına çıkmamasından ve modern ulusun bir parçası olmamasından bahsediyor kitap. Ayrıca bir endüstri devriminin yaşanmamış olması, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllardaki kentleşme dalgasından etkilenmedikleri anlamına geliyor. Bana kalırsa bu durumlarda önemli bir faktör çünkü ulus devletin getirdiği tekilliği yaşamamış bu insanlar çok kolay bir araya gelerek kolektif bir şekilde hareket edebiliyorlar. Kentleşmenin getirdiği ikincil ilişkilerin dışında kalmak hâlâ birincil ilişkilerin korunabilmesi anlamına gelir ki bence bu bir anlamda dayanışmanın sürekliliği açısından önemli bir durum olarak karşımıza çıkar. Tüm bunlar İspanya anarşist geleneğinin bu topraklarda karşılık bulmasında da etkili olmuş gibi görünüyor çünkü yazar İspanya’nın bu bölgesinin anarşizme doğal bir eğilimi olduğundan da bahsediyor.
Kitap ile ilgili bahsedilecek şeyler aslında çok fazla ve bu yazıya sığmayacak kadar umut ve düş vaat ediyor. Her şeyden beklentimizi sıfıra indirdiğimiz umutsuz olduğumuz bir dönemde kendi coğrafyamız açısından da oldukça önemli bana kalırsa. Marinaleda bize çok uzaklardan bir mesaj yollamış gibi hissediyor insan, umutsuz olmak ne kadar doğalsa direnerek umudu yeşertmek de o kadar olabilir bir şey. İnsan belki de artık düşlerinin peşinden gitmeli çünkü Gordillo’nun da söylediği gibi; “Ütopyalar gerçekleşmesi imkânsız düşler değil, insanların sahip olduğu en asil düşlerdir; mücadeleyle gerçeğe dönüştürülebilecek ve dönüştürülmesi gereken düşler.”
Emek Erez – edebiyathaber.net (25 Mayıs 2016)