15 Temmuz’da Ankara’da olamamanın düşündürdükleri: Masal kentten gitme zamanı şimdi | Işıl Bayraktar

Temmuz 18, 2016

15 Temmuz’da Ankara’da olamamanın düşündürdükleri: Masal kentten gitme zamanı şimdi | Işıl Bayraktar

10 yılımı geçirdiğim kentim, Ankara. Kyoto’ya gelmeden önceki zamanlarımın kenti. Kentlerle ne zaman bir bağ oluşturduğunuzu asla bilemiyormuşsunuz meğer, bunu anlamak için ülke dışına çıkmanız gerekiyormuş. Ancak çıkınca anlıyormuşsunuz ki ülke dışına çıkmak mesele değilmiş, çünkü ülkenizi sırtınızda, ruhunuzda, içinizde, gülümsemenizde ve hüznünüzde taşıyormuşsunuz.

ankara

 

Japonya’nın eski başkenti Kyoto, bir masal kent. Bir düş kent. Festivallerin, ışıkların, nehirlerin, sessizliklerin, Şinto törenlerinin kenti. Barışın ve huzurun kenti. Her gün yeni bir masalın yaşandığı bir masal kent. Gion Festivali zamanı yaşanıyor şimdi Temmuz ayında. Gion’dan aşağıya Shijo Kawaramachi’ye doğru yürüyorum. Sokaklar neşeli ışıklar, lanternler ve neşeli insanlarla dolu. Tam bir şenlik, tam bir festival havası. Kyoto’yu bu kadar kalabalık görmemişim iki senedir.

 En yakın arkadaşım Seren’e festival fotoğrafları gönderiyorum, masal kentten bahsediyorum hem de kaçıncı kere. “An itibariyle darbe oldu ülkede,” diye cevap veriyor. Durup kalıyorum. Sadece duruyorum. Sonra haberlere bakmaya başlıyorum, festivalin ortasındayım. Geri geri gidiyor ayaklarım. Nehre doğru, Kamogawa’ya doğru gidiyorum, orda daha az insan var. Fidan yazıyor, “neler oluyor?, iyi misin?” “Gel,” diyorum Azerbaycanlı arkadaşım Fidan’a, “gel, sana ihtiyacım var.” O beni anlar. Onunla Türkçe konuşmak da bir nebze yabancılığımı dindiriyor.

Bu kentin masalsılığına geride bırakamadığım ülkemin gerçekliği karışıyor, yeniden.  Masalı yaşamayı severken, bir o kadar da sevmiyorum masalda olmayı. Reddetmek, masaldan çıkmak istiyorum. Acının içindeyim ama fiziksel varlığımı da acıya savurmak istiyorum, orda ben varım, orda sevdiklerim, orda ülkem, orda hayatım var.  Bu kentte bambaşka bir kimlik kurarken ve bu masalı bu kimliğin yaşamasına izin verirken, Türkiye’de doğmuş, Türkiye’de büyümüş, acılı bir coğrafyada dile gelmişken, susturamıyorum dile gelişlerimi bu masal kentinde. Ne zaman ki acılar depreşse doğduğum coğrafyada, ne zamanki ülkem yangın yerine dönse, ben o çok sevdiğim, o taptığım, hislerimin rüzgarlarını sularına karıştırdığım Kamogawa’nın dibinde oturup ağlıyorum. Burda olduğum için, bu masalı yaşadığım için, bu kentte tek başıma bu masalın adımlarını takip ettiğim için. Müthiş bir kemirgenle doluyor içim, bütün iyi hislerimi yiyip bitiriyor bu kemirgen, ona kızmıyorum, gözyaşlarımdan besleniyor o, ben ağladıkça, o mutlu hücrelerimi daha da kemiriyor. Ve Kamogawa’nın civarına mutlu gelmeye, ona hasretliğini, ona sevdasını, bakışında, çığlığında, bisikletinin hızında haykırmaya alışmış ben, bu kemirgenin beni mutsuzluğumla baş başa bırakmasına adeta izin veriyorum.

Öylesine içimden çıkarmak istiyorum bu masalı. Öylesine gitmek istiyorum bu kentten. Böylesine barışın, huzurun, güvenliğin ortasında inşa edilmiş;  rüyaların, düşlerin, renklerin yaşandığı bir masal kent bana, bünyeme fazla geliyor. Burda olduğum için kendimi suçluyorum. Kimse bunu yaşamıyorken ve eski hayatımda bıraktığım herkes bambaşka acıların içindeyken, benim burda bir festivalin ayak seslerini takip ederek sokaklarda dolaşmam dünyanın en büyük suçuymuş gibi geliyor.  Sanki geçmişi sırtından bıçaklamışım ve sonra arkama dönüp bakmadan kendimi nehirlere, dağlara, göllere vurmuşum gibi. Ama sırtından bıçaklanmış geçmişin kanları sürekli olarak akmaya devam ettiği için onu görmezden gelemiyormuşum gibi ve üstelik o geçmiş dediğim şey ama ülkemin hala bugünü olan şey bıçaklanmaya çok alışkın olduğu için, benim kanattığım yer dışındaki tarafı da sürekli kanamaya devam ediyormuş gibi. O bu kadar kanarken ve ben bu kanamayı bu kadar görebiliyorken, dehşet içinde ona bakan gözlerimin bir başka düzlemde bir masala bakmasını gözlerime yakıştıramıyormuşum, bu yüzden  de bir an önce masaldan çekilmem gerekiyormuş gibi.

Masallar değilmiş sadece hayal edilen diye haykırmak istiyorum gerideki dostlarıma, çünkü insan zaman zaman masallardan çekilmek istermiş. Çünkü coğrafyalar zaman zaman kanla, şiddetle bulanırmış ama hiç bir ülkenin tek gerçekliği olmadığına dair o umudu taşırsanız içinde, yine de geride bıraktığınız ülkenize gitmek istermişsiniz. Aslolan o ülkeden dışarı çıkmak, fiziksel varlığınızı  başka bir ülkeye yerleştirmek, sonra yaşadığınız coğrafyanın huzurunun kollarına kendinizi bırakmak değilmiş, çünkü bırakamıyormuşsunuz, doğduğunuz coğrafyanın acılı kolları ruhunuzla iş birliği yapıyormuş her seferinde ve bunu reddetmek bir yana, hasretle bağrınıza basıyormuşsunuz. Çünkü bir masal kentinde yaşanan mutlulukların ve huzurun size yaşattığı yabancılık ve yalnızlık duygusu, ülkenizin acılarının ortasında öylesine çoğalıyormuş ki, yalnızlığa çoktan alışsanız ve sevseniz bile, bu çeşit bir yalnızlığı adeta kendinizden çıkarmak, bilmediğiniz coğrafyalara göndermek istiyormuşsunuz. Kamogawa’nın sularına karışan gözyaşlarınız siliniyormuş arkadaşınızca.

15 Temmuz’da gözyaşlarım akarken Kamogawa’da, gözyaşlarımı silen Fidan, “Ülke dışında olmayı biz seçtik, bu da bedellerinden biri, dönsen de bir şey değişmeyecek biliyorsun değil mi…” diyordu  bana. “Belki benim var oluşumla değişmeyecek de, inancımla değişecek Fidan,” dedim. “Bu kadar kötü şeye rağmen, hala ağlayabiliyorsam, doğduğum ülkeye inanıyorum demektir, bu masal kentinin içinde zaman zaman sıkışan ruhumu anlıyorsun değil mi?” dedim ona. Gion Festivali tüm ışıklarıyla devam ediyordu, etrafımda yukatalı kadınlar, erkekler, nehre doğru, ışıklara doğru fotoğraflar çekiliyorlardı. Kentin yarattığı enerji beni içine çekmişti bu güne kadar, yine çekecekti. Ama yine de ben bu masal kentten gitmek istiyordum. Acıların bir gün dineceğine inandığım, ve bunlar olurken orda olmak istediğim ülkeme gitmek istiyordum. Şimdi Ankara’da olmak, yaralı sokaklarının yaralarına dokunmak, sonra onunla yeniden yaralanmak istiyordum. Ne olursa olsun, masal kentten gitme zamanıydı şimdi.

Işıl Bayraktar – edebiyathaber.net (18 Temmuz 2016)

Yorum yapın