Alman edebiyatının önemli yazarlarından Nobel Ödüllü Günter Grass’ın “Kedi ve Fare” adlı kitabı Oğuz Tarihmen çevirisiyle Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlandı.
Tanıtım bülteninden
“Yazar olan, ağzını açmak zorundadır. Bunu yapmazsanız, kendini ifade edemeyen insanların yerine konuşabilmek gibi bir imkânı kullanmamış olursunuz. Ayrıca, yazar kaybedenlerin tarafında olmak zorundadır” diyen bir yazardır Günter Grass.
Kedi ve Fare’de çocukluğunu geçirdiği Danzig’e götürüyor bizi ve bir döneme tanıklık etmemizi sağlıyor…
Avrupa, İkinci Dünya Savaşı’nın karanlığına gömülürken, ergenliklerini yaşayan bir grup genç, günlerini Danzig Limanı’nda avarelik ederek geçirmektedir. Ancak savaşın şiddeti yayıldıkça, gençlerin yazgısı da tarihin bu dehşet verici döneminin koşullarıyla kesişecektir.
Faresi, yani fazla çıkık âdemelması yüzünden alay konusu olan 14 yaşındaki Mahlke’nin, Nazi Ordusu’nda gösterdiği başarılarla ulusal bir kahramana dönüşümünün öyküsü, yazarın her zamanki grotesk diliyle görkemli bir başyapıt olarak karşımıza çıkıyor.
15 yaşında Hitler Gençliği’ne, 17 yaşında Nazi Ordusu’na katılan ya da katılmak zorunda kalan Günter Grass’ın geçmişinin gölgesi hem romanın anlatıcısı Pilenz’de hem de Mahlke’de somutlaşıyor. Savaş zamanında insanların kime ve neye dönüşmek zorunda kaldığı, toplumla birey arasındaki kedi-fare oyunuyla, edebiyat tarihinin bu en unutulmaz metaforlarından biri aracılığıyla sorgulanıyor.
Kitaptan bir bölüm
… ve bir keresinde, Mahlke’nin yüzmeyi çoktan öğrenmiş olduğu bir gün, beyzbol sahasının yanındaki çimenlikte uzanmış yatıyorduk. Dişçiye gitmem gerekiyordu, ama servis yapan oyuncu olarak yedeğimi bulmak zor olduğundan bırakmıyorlardı beni. Dişim gümbür gümbür ağrıyordu. Bir kedi çayırı çaprazlamasına geçerken kimse kafasına bir şey fırlatmadı. Kimisi çimenleri kopartıyor ya da çiğniyordu. Kedi, saha yöneticisinin kedisiydi, siyahtı. Hotten Sonntag, sopasını bir yün çorapla ovuyordu. Dişim olduğu yerde sayıp duruyordu. Turnuva iki saattir sürmekteydi. İlk maçı farklı kaybetmiştik ve şimdi rövanşı bekliyorduk. Gençti kedi, ama yavru da değildi. Stadyumdaki hentbol maçında çok sayıda karşılıklı gol atılıyordu. Dişim aynı sözcüğü tekrarlayıp duruyordu. Atletizm pistinde yüz metre koşucuları, başlangıç çizgisinde koşu öncesi antrenmanı yapıyorlar ya da geriniyorlardı. Kedi yolu uzatıyordu. Gökten ağır aksak ve gürültüyle üç motorlu bir uçak geçiyor, ama yine de dişimin gürültüsünü bastıramıyordu. Saha yöneticisinin kara kedisi, çimenlerin arkasından, boynunda küçücük bir önlüğe benzer beyaz bir şey taşıyan birine işaret ediyordu. Mahlke uyuyordu. Rüzgâr doğudan esmeye devam ediyor, Karma Mezarlık ve Teknik Yüksek Okul arasında kalan krematoryum çalışıyordu. Spor öğretmeni Mallenbrandt, düdüğünü öttürdü: “Hadi yer değiştirin, vakit geçti!” Kedi alıştırma yapıyordu. Mahlke ya uyuyor, ya da öyle görünüyordu. Ben de diş ağrımla hemen yanı başındaydım. Kedi, antrenman yapa yapa yaklaşıyordu. Mahlke’nin âdemelması kocamandı, sürekli hareket ettiği ve gölge yaptığı için de dikkat çekiyordu. Saha yöneticisinin kara kedisi, bir atlayış yapmak için benimle Mahlke arasında gerildi. Bir üçgen oluşturmuştuk. Dişim sustu, yerinde saymayı kesti: Zira Mahlke’nin âdemelması kediye fare olmuştu. O kadar gençti ki kedi ve o kadar hareketliydi ki Mahlke’nin çıkıntısı… Sonuçta atıldı kedi Mahlke’nin gırtlağına. Ya da içimizden biri tutup attı. Ya da ben, dişim ağrırken mi ağrımazken mi bilmiyorum, kaptığım gibi kediyi, gösterdim ona Mahlke’nin faresini: Ve Joachim Mahlke bağırdı, neyse ki sadece önemsiz sıyrıklarla atlattı olayı.
Fakat ben, senin fareni bu kediye ve diğer bütün kedilere gösteren ben, şimdi oturup mecburen yazacağım işte: İkimiz de hayal ürünü olsaydık bile mecbur olurdum buna. Bizi uyduran kişi, mesleği icabı, tekrar tekrar şu senin âdemelmanı ele almaya, onu, galip geldiği ya da yenilgiye uğradığı yerlere yeniden götürmeye zorluyor beni.
edebiyathaber.net (8 Ağustos 2016)