Kjersti Skomsvold’un “Hızlandıkça Azalıyorum” adlı ilk kitabından sonra Türkçeye kazandırılan “33” adlı metni; yalnızlık, ölüm, hastalık, yaşam gibi temalarla okura sesleniyor. Yazarın kendine has üslubu, duygusal etkisi yüksek anlatımı, basitçe kurulmuş ama neredeyse aforizma tadı bırakan cümleleri kitabı okunur kılan unsurlardan. Ayrıca tek konu üzerinden ilerlemeyen metin, yaşam ve ölüm arasında bir karakterin hikâyesini yoğun bir şekilde hissettirerek anlatıyor. İnsanın yalnızlık, hastalık, ölüm gibi durumlarda içinde bulunduğu ruh halinin karakter üzerinden temsili de başarılı bir şekilde yansıtılmış.
“33” kitabının karakteri K bir matematik öğretmeni, oldukça sorunlu, intihara meyilli öğrencilerin olduğu bir okulda öğretmenlik yapıyor. Ama K hep huzursuz, hiçbir yerde olmak istemiyor. Hasta akciğerleri ve gelip gelmeyeceği belli olmayan nakil onu, ölüme yakın yaşama uzak bir psikolojiye sokuyor. Bağ kurmaktan da korkuyor bu nedenle ve zorunlu bir yalnızlık içerisinde varolmaya çalışıyor. Yaşama dair fikirleri de zaten bu durumunu yansıtıyor: “Yaşam. Kör bir kuyuya kovasız gitmek gibi, arsız bir yalan olsa bile bu. Yaşamak bana göre değil; çünkü ne insanları seviyorum ne hayvanları; bunun üzerine kafa yormaya başlar başlamaz düşünceler her şeyi çarpıtıyor, bastırıyor.” K’nın yaşamla çelişkili bir mücadelesi var çünkü devamlı düşüncelere daldığından olsa gerek yaşamdan tam anlamıyla vaz geçemiyor. O düşünmeye başlayınca işler değişiyor, düşünce yolunu düşlere çıkarıyor ve hayaller dünyasının yanılsaması onu bir bakıma yaşamda tutuyor. Kendisinin de söylediği gibi; “Bir yaşamı olmayan insan yanılsama yaratmak zorundadır.” O da öyle yapıyor yaşamdan daralan, kaçan her insan gibi gerçeklikten uzaklaşmaya çalışıyor, bazen ahlâksız birisi olabilmeyi düşlüyor, bazen çalıştığı okula ihanet etmeyi bazen de megaloman olabilmeyi…
Kitabın en temel temalarından birisini de yalnızlık oluşturuyor. “Kendimden başka birisi daha gerekiyor bana, kendimin yanı sıra…” diyor K ve ekliyor “Matematik dışında bir şeye bağlanmak istiyorum; örneğin yanımda birinin yaşadığını görmek. İstiyorum ki ben olanı biteni anlamadan, ilk sözcüğü söylesin o, üstelik bunu ben belirtmeyeyim. Ne olursa olsun!” İnsan yalnızlığın değerli olduğunu düşünse bile ses ister değil mi? Yakınında duyabileceği bir nefes ister. Şarkıda da söylendiği gibi; “çaya kaç şeker atarsın” diye soran birisini duymak ister. K’nın içinde bulunduğu durumda biraz böyle hastalığı, kendisini çok fazla ait hissetmediği çalıştığı okul, evi, yakasını bırakmayan düşüncelerine eklenen yalnızlık, kitap boyunca onun peşini bırakmıyor ve okuru da o atmosferin içerisine sokuyor ki bana kalırsa kitabı başarılı kılan yanlardan birisi de bu.
Skomsvold, kitapta insan türünü en derinden etkileyen temaları bir araya getirerek anlatıyı baştan sona akıcı ve hareketli bir boyuta taşımış desek hata etmiş olmayız. Kitabın temalarından bir diğerinin de etkileyici bir aşk anlatısı olması bu söylediğimizi destekler nitelikte. K’nın sevgilisi kitabın bir diğer karakteri Ferdinand, intihar eden ve K’nın içinden bir türlü uğurlayamadığı kişi olarak çıkıyor karşımıza. K, onun bir ölünün içinde kaybolmuş gibi, onunla konuşup dertleşiyor, ona danışıyor, onunla yaşıyor. Ve bulunduğu durumu şöyle anlatıyor: “Yaşayan tek bir insanla konuşmadan geçirdiğim günler var. Ölenlerle ya da gitmiş olanlarla konuşuyorum, her gün orada olmayan biriyle konuşuyorum.” İnsan türünün çaresiz kaldığı önemli bir olay ölüm, kaybediş ve sanırım en kötüsü de öleni uğurlayamayış. Bunu yakından bilen bir toplum olduğumuz aşikâr, içimizden uğurlayamadığımız onca ölüme tanıklık etmişken… Bu nedenle kitabın bu kısmı, başta da belirttiğimiz gibi aforizma tadı bırakan cümleleri ile ölümü ve ölünün ardında kalanın duygu durumunu oldukça başarılı ifade etmiş. “Herkes ölmemiş olmasını istediği birini tanır.” Derken K, bu sebeple hepimize dokunmuş.
Bunca olumsuzluğun içerisinde K’nın umudu yok mu peki? En çaresiz hâldeyken bile umut etmek sanırım insan türünün tarihsel belleğinde olan bir durum. Skomsvold’un karakteri K’nın da umutları var kendince. Ferdinand dışında yaşamına girmeye aday olan ilk kişi Samuel, onunla olan ilişkisine dair umutsuzluğunu şöyle tanımlıyor mesela: “Hayır hiç umudum yoktu. Bununla buradaki sözlerle anlaşılanı söylemek istemiyorum çünkü insan ‘bundan umudum yok’ dediğinde bunun anlamı orada başka bir şey olmasa da en azından istek olarak umudun bulunduğudur yoksa söylemez.” K’ya hak vermek gerek belki, biz insanların bu kadar umutsuzluktan söz etmesinin altında bile yatan şey aslında umut etme istenci olabilir. Çünkü insan bir şeyden ne kadar çok söz ediyorsa onun altında onu aslında ne kadar çok istediğini belirtiyordur belki de. Umuttan söz etmek bile umut olabilir bizler için kim bilir. K’yı umutlu kılan bir şey daha var aslında yazmak. O yazarak kendisini arındırabilen bir karakter. Kendi sözleriyle: “Umudum yazmaya bağlı, yazmak kalbimi içimden çekip çıkarıyor, tekrar, tekrar.” Yazarların ve kendisini yazı ile ifade edenlerin yazıyla böyle bir ilişkisi olduğuna dair çok örnek vardır gerçekten. Bu nedenle yazı, sadece okurun payına düşmüş bir şey değildir, onu yazanın da payına düşen bir yan vardır. Okuru ile yazarı aynı duygu durumunda buluşturan, paylaşmayı, dertleşmeyi sağlayan işlevsel bir araçtır da bu anlamda yazı. K’nın umuduna aracı olduğu gibi. Skomsvold’un anlatısı bu duruma da dikkat çekiyor. Ve belki de yazar yazma edimine dair burada okura bir ipucu veriyor.
Skomsvold’un “33” adlı metni özellikle dil, üslup ve konu seçimleri bakımından oldukça başarılı bulduğum bir kitap. K’yı tanımak da ayrıca haz verici; onun gelgitlerine, yaşamının acılarına, melankolik tavrına, hayal gücüne ve her şeye rağmen umuduna şahitlik etmek isteyen okur bu kitapla tanışmalı diye düşünüyorum. Kitabın sonuna doğru gelen umutlu, ferahlığa ulaşan, yaşam iradesi vurgusu bize umudu düşlemeyi bırakmamaya dair de yapılan bir çağrıdır belki nereden bilebiliriz.
Emek Erez – edebiyathaber.net (10 Ağustos 2016)