Yağmur Hüznü’yle aldığı Orhan Kemal Roman Ödülü’nün bizimle tanıştırdığı yazar Ahmet Karcılalı; Gülden Kale Düştü, Akrep ve Semender, Anonim Kitap ve Fotoğraf Hikayeleri kitaplarını demleyen uzun bir aradan sonra sanatçılar, platonik aşıklar ve hiçbir şeyden haberi olmayan birkaç insanla çerçevelenmiş tablonun arkasını çeviriyor Mavinin Reddi’yle.
İyilikten ve kötülükten bağımsız insan portreleri var önümüze sunulan. Herkese hikâyenin bir kısmında kendimizi yakın hissediyoruz, yazarın tam olarak istediği gibi. İçlerinden birini sevmememiz gerektiğini bildiğimizden okurken hız kazanıyor ritmimiz.
Konumuz: Ölüm
Tanrılar Hammurabi’den bu yana ölüm cezasının sınırlarını çiziyor. Tanrıların otoritesi zayıfladıkça insanlar da el atıyor bu sınırlara. Ama bir anlaşmazlık oluyor arada ve hala bir ölünün arkasından birkaç meslek grubunca araştırmaya kalkıyoruz işin aslını.
“… somut, maddesel, değiştirilmesi olanaksız bir şey. Bu şey aracılığıyla yalnızca düşünebilip, düşlenebildiği için ya da bir zamanlar var olup da şimdi olmadığı, geçmişte kaldığı, yittiği, erişilmezleştiği, ölüler ülkesinin malı olduğu için varlığı maddesi olmayan görünmez bir dünyaya özgü başka bir şeyle ilişki kurabiliriz.’’diyor Uzzi-Tuzzi yazmanın işlevi hakkında. Komiser Nedim Tuzzi’yi tanıyor muydu bilmiyoruz ama o da benzer şeyler düşünüyor bizlere, hikayeyi anlatmaya karar verirken. Ya da Kral Tharus gibi yazarımızın kulağına da fısıldanmış; yazmanın eksik bilgeliğe iyi geldiği.
Peşine düştüğümüz cevaplar bizi nereye götürecek? Şimdilik cevaba götürecek olanı tanıyoruz. Nedim Elermiş iyi bir ‘cinayetçi’dir. Birkaç lakap, birkaç üzüntü, onu kamburlaştıran birkaç yokluğun ağırlığı ve anılarının arasına sıkışmış, çocukluğunun çorak coğrafyasında yaşayan bir anneyle.
Maktüller içinde eski aşklarını aramak, sigarasının dumanında pişmanlıklarını izlemek… Her vakaya otobiyografik çözümlemeler getirerek sonuca ulaşmak. Ama istisnalar hep var. Ve anlatılan da okunan da -çoğunlukla olduğu gibi- bir istisnanın öyküsü. En azından bunun komiser Nedim için öyle olduğunu onun cümlesinden biliyoruz:
”30 yıllık meslek hayatım boyunca yasaların çizdiği sınırları hiç çiğnemedim, bu olay hariç. Doğru karar verdiğimden öyle emindim ki on yıl boyunca kuşkuya düştüğüm bir an bile olmamıştı, aksine ne zaman aklıma gelse farklı ve özel biriymişim gibi hissettirdiğini itiraf etmeliyim.”
Kitap boyunca karşılaştırmalı, zamanlar-üstü anlar yaşıyoruz. Gözümüzün önünde soğuyan bir ölü bizi komodine yüzüğü bırakıp giden eski nişanlımızın yatağına götürüveriyor. Şu ölen ressamın sevgilisi, o da çocukluğunda kafasını demirlere sıkıştırmış mıdır? Onu son görüşünde ne demişti nişanlısı: “Hiçbir kadını elinde tutamazsın sen.’’ Babası öldüğünde o da evin kapısındaydı böyle, olan bitenden habersiz. Ne demişlerdi ona? ”Sınıfında güzel kız var mı?’’
Geçmişle kurulan ortaklık, hatalardan çıkarılan dersler, aşka olan inançtan alınan cesaretle tanrıcılık oynamanın bedeli nedir? sorusunu soruyor kitap; bizi her şeye ikna ettikten sonra ve bu sorunun minderinde biraz uzanmamız gerektiğine karar verdirtiyor.
“…Onun ikinci bir görüşü vardır; kendisini isteğin ve imgelemin sonsuzluğuna uçurabilen kanatları vardır onun.’’ Yazarın bu cümleyle kitaptan önce kurulmuş olan derin bir bağı var. Demirini tercihlerimizle kaynattığımız kafesimizin görünmezlik özelliğini kaybetmesi bize ne yaptırırdı?
Gecikmeli huzursuzluğun insana yaptırabileceği çok fazla şey var fakat komiser Nedim anlatmayı seçiyor. Her şeyin sonunda kitap olmak için yaşandığını söyleyen Mallarme’ye itiraz eden çıkmamış hiç. Bunun haklı bir sebebi olmalı. Önümüzdeki cinayetin saçakları birkaç kadına, birkaç maviye değiyor. Maktülün öğrencilik yıllarına, bitirme projesine uzanıyor dalları.
Bundan çok eski bir tarihte değil anlatılan hikâye ama teknolojinin tekerleğimizi yağladığını ve buna bağlı olarak değişen yaşam ritüellerimizi düşünüp şaşırıyor, bir polis memuru için 2005 yılında makul kahve fiyatı nedir öğrenebiliyoruz.
Birkaç zayıf-tüylenmiş ipucu, işlendikçe çözülecek kocaman gizem örtüsü, küçük iğne delikleri…
Mavi gözlü ressam kadının yorumlarıyla soyduruyor zarını. Mavinin bunca insan arasındaki bağı nedir peki? Kötülüğün sıradanlığını kabul edemeyen insanların zengin imgelem yetisiyle ray değiştiren detaylar. Teorisinden yoksun olduğumuz konuların iştah kabartan çekiciliği. Hikaye saçaklandıkça-soğudukça ceset; anlam değiştiren kelimeler… Gerçekte olduğu gibi değil de algıladığımız şekilde yansıtmamız ışığı; bir fizik sorunudur ama bu hikayede de yeri var!
Yani cevaba ulaşmak için öğrenmemiz gereken çok şey var! Belki biraz fazla tesadüf belki hayatın aşındırdığı ruhla görmenin kârıyla işimiz biraz kolay. Ama hakikatin sorumluluğunun bizdeki etkisi ne olacak?
Sevgili, arkadaş, apartman görevlisi… ‘’Nasıl bilirdiniz merhumu?’’
İletişim Yayınları’ndan çıkan kitap; polisiyeyi ikinci sınıf edebiyat olarak gören okur çoğunluğuna sahip ülkemizde, fail merakına eşlik eden ithal klişe eksikliğine şaşırtırken Fransız İhtilaline, güzellikle büyülenen insanlara hakverirken Kadıköy civarındaki bir köfteci arabasına götürüyor bizleri. Rasyonaliteyle inançların bağını sorgulatıyor “evreka” sonrası.
Yüsra Çıldır – edebiyathaber.net (30 Eylül 2016)