Ruha fazla gelen, yük misali ağırlık yapan durumların dile getirildiği Fadime Uslu’nun “Yüzen Fazlalıklar” adlı öykü seçkisi, geçtiğimiz günlerde Can Yayınları’ndan çıktı.
Kitapta genellikle hayatının kışını yaşayan kadınların aile ortamlarının ve duygularının ağır bastığı temalar yer alıyor. Bu temalarda yer alan kadın kahramanların sorunlarının, bunalımlarının profesyonelce işlenişinde mükemmel bir gözlemcilik ve empati olgusuyla karşılaşıyoruz.
Kadınlar arası ailevi ilişkiler, melankolik ve hüzünlü bir anlatımla dile getiriliyor. Bu kadınların hassas yönleri, geçmiş yaşantılarının hüzünlü gölgeleri öne çıkartılırken bu duyguların inceliğinden anlamayan karakterlerle de karşılaşabiliyoruz.
Geçmişe ait masum aşklar, temaların bir çeşnisi oluyor. Sanki ağır, tozlu, koyu renk kadife perdelerin aralandığı pencerelerden sızan loş bir ışıkta izliyoruz bu kadınları… Öykülerin konularına bağlı olarak içerdikleri ağır atmosferi başarıyla yakalayan ve aktaran bir yazar Fadime Uslu…
Tema olarak bakıldığında kitap, her kesimden okuyucuya tanıdık gelebilecek ve okuyucuların çoğunun, içinde aile fertlerinden birini bulabilecekleri bir nitelik gösteriyor.
Öykülerdeki mekânlar ise kırlangıçların rahatlıkla uçabildikleri ve sık görüldükleri şehir dışı gibi sakin yerlerden oluşuyor. Dolayısıyla kitapta bu nazenin kuşların alacalı kanatlarından yayılan bir dinginlik atmosferi seziliyor.
Bunlar, âdeta hafif bir melodi eşliğinde okuyanı yormadan, günlük yaşamdan ve hayatın doğal akışından kesitlerin profesyonelce sunulduğu öyküler…
Öykülerdeki “uçan kırlangıçlar”a karşın “Yüzen Fazlalıklar” adını alan kitap, bu yönüyle sanki “Sabit ve Değişken” adlı öyküye bir öykünme gibi. Buradan da anlaşıldığı gibi baştan sona titizlikle düşünülerek bütünlüğünün korunmasına özen gösterilmiş bir seçki ortaya konmuş.
Kitapta, “John Milton’un olduğu belirtilen “yüzen fazlalıklar” sözü misal, iyi kalpli bir bakıcı kadının saçlarında ortaya çıkabiliyor: “Boş ver sevgili Maricik. Böyle bıdı bıdı konuşup ona buna tepeden bakmaya bayılıyor insanlar. Başkasına değil, sen sadece bana bak. Avuçlarımda yüzen bir fazlalık var, senin saçların. “Yüzen Fazlalıklar”, seçkiye adını veren duygusal ve naif öykülerden biri…
Kimi zamansa bir kadının kendisinin bile çözmekte zorluk çektiği duygularına tercüman oluyor “yüzen fazlalıklar” söz grubu: “Bir ada gibiyim, çevrem yüzen fazlalıklarla dolu. Rüzgâr hangi yönden eserse essin kıyılarıma vuruyorlar.”
Eserde rüya metaforunun sıkça işlenmesi öykülere bir uçuculuk katıyor. Gerçekler, hayal gücü, rüyalar ve masalsı unsurlarla mayalanmış öyküler, çeşitli yönlerden âdeta bulutsu bir özellik taşıyor: “Yaşlı kadının arka bahçesindeki içi geçmiş kabakların arasından bir kör yılan taş avluya süzüldü…Kör yılan oracıkta derin bir uykuya daldı. Rüyasında kendisiyle birlikte onlarca kör yılanı yaşlı kadının başına dolanmış halde gördü.” (Uyku Yılanı)
Kitabın kapağında yer alan kırlangıç sembolünün diğer öykülerde de karşımıza çıkması, eserin bir kırlangıç sürüsüyle mühürlendiği hissini uyandırıyor. Bu anlatılarda kırlangıç kuşunun karşılığı olan anlamlar, tamamen okuyucunun yorumuna bırakılmış. Kırlangıçlar tarafından açık bırakılmış kapılardan girilerek hayal dünyasında uçuşan yorumlarda bulunabilmek, öykülere farklı bir tat katıyor.
Yazarın başkahraman olarak ele aldığı bakıma muhtaç ve geçmişin yaralarıyla yaşamaya çalışan yaşlı kadın ve kırlangıçlar düşünüldüğünde, aklıma ister istemez Cemal Süreya’nın “Hayat kısa / Kuşlar uçuyor.” dizeleri düşüyor. ‘Yazara kırlangıçları çağrıştıran; yaşlı kadının kaçırdığı hayat ve kırlangıçların ancak altı ay süren kısa yaşamları mıdır,’ diye soruyorum kendi kendime…
Edebiyatla resim, müzik gibi diğer güzel sanat dallarının ilişkileri düşünüldüğünde, bu seçkide özellikle müziğin ön plana çıktığını görüyoruz. Eserin tamamına hakim olan bir müzikalite, inceden inceye kendini hissettiriyor. Anlatılanlar, kırlangıçların esrarengiz ezgisi eşliğinde dökülüyor okuyucunun önüne… Ve kırlangıçların kendileri kimi zaman saf bir aşkın etrafında uçuşarak naif bir nakarat gibi tekrarlanıyor kitap boyunca: “Onlar notalar gibiymiş, her sabah duruşları farklı olduğundan müzik de değişiyormuş. Kırlangıçlar uçup hemen alt ya da üst kata konuyormuş. Bu bir kırlangıç senfonisiymiş ve dünya yaratıldığında duyulan ilk müzikmiş. İşte Cezmi Abi’ye âşık olmuş, büyük bir tutkuyla bağlanmıştım.” (Kırlangıç Senfonisi)
“Sabit ve Değişken” adlı öykü, insanların, durumların, hayatların kısaca yeryüzündeki her şeyin aynı anda hem sabit hem de değişken olmasını anlatıyor. Tıpkı yazarın birbirine bağlı görünen fakat aslında farklı olan âdeta yan yana iliştirilmiş öyküleri gibi: “Bana yeni bir şey söyle,”dedi, öylesine yeni olsun ki anlamını hemen bulamayayım. Dışında kalacağım bir cümle kur bana… Son derece kayıtsızdı. Elindeki kadehi hafifçe kaldırıp, “Sabit ve değişken olanlara…”dedi.” (Sabit ve Değişken)
Kendisini önüne gelen kadınla aldatan eski sevgilisinin, bir keçe postunda yaşadığını hayal ederek ondan intikam alan kadın ruhu, “Teke” adlı öyküde can buluyor. Kitap boyunca sesler ve müzikalite konusunda dikkat çekici bir duruş sergileyen yazarın, bu kez “koku” unsuru üzerinde yoğunlaştığını görüyoruz. Evinin duvarına astığı bir teke postunun yaydığı kokuyu, tekenin çiftleşme döneminde yaydığı koku olarak niteleyip eski sevgilisiyle özdeşleştiren Nedret’in ilginç yorumları öyküyü tatlandırıyor: “Önceleri nereye saldıracağını bilemeyen buhranlı tekeydi. Ama şimdi… Hadi git toynaklarınla toprağı eşele. Burnundan soluduğun arzun bir yerlerini alevlendirsin. Koş hadi durma. Boynuzlarını hedefe kilitle, gerçi gözün küllenmiş, karşında ne var bilmiyorsun, kim gelirse fark etmez değil mi? İradeni yeniden kazanabilirsin. Ama canlı bile olsan ölüsün artık, ölü…” (Teke)
“Son Turna” adlı öyküde ise kırlangıçlar yerlerini turna kuşuna bırakıyor. Bu öykünün kahramanı olan yazar Yasunari Kavabata’nın Fadime Uslu’da iz bırakan yazarlardan olma ihtimali dikkati çekiyor.
Ve “Uyku Yılanı” adlı kısa öyküyle başlayan seçki, “Yılanlı Rüya” adlı bir başka kısa öyküyle sona eriyor. Kör yılan, uyku ve rüya metaforlarıyla başlayıp biten kitap, okuyucuyu bu konuda düşünmeye yönlendirirken eserin içindeki düzen ve ritim de bir kez daha gözler önüne seriliyor.
Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (7 Ekim 2016)