Eğitimdeki tartışmaların ucu gelip insan yetiştirmeye dayanıyor. Nasıl bir birey yetiştirmeliyiz? Bu sorunun birçok yanıtı olmakla birlikte amaçlananın arka planını da görmek gerek. Sıklıkla yinelediğimdir: Cumhuriyet Osmanlı’nın çözemediği iki temel sorunu almıştır; ilki toprak sorunu, diğeri aile.
Ne yazık ki, bunu çözümleyebilmiş değildir. İnanç eksenli siyasetle, henüz kendi aydınlanmasını yaşayamamış, sanayileşememiş bir ülkede bu sorunlar çığ gibi büyümüştür.
Bugün gelinen noktada eğitimin bir “yaz-boz” tahtasına çevrilmek istenmesi de; “altın nesil” den “dindar nesil”e dönüştürme çabasının debelenişini gösterir.
Mesleksizleştirilen toplum ne sanayisini geliştirebilir ne de toprak ve aile sorununu çözümleyip çağdaş bir eğitim modeli kurabilir.
“Kürk Mantolu Madonna” tartışmasının eteğine tutunup figan edenlerin hali de trajik bence. Şunca yıldır birçok eğitim kurumunda ders veren biri olarak; üniversitede karşımıza çıkan gençlerde gördüklerimizi şurada sıralasam; temel ve lise eğitim-öğretiminin nasıl iflas ettiğini anlarsınız.
Okuma kültüründen koparıldığımızı gene figan ederek anlatır dururuz. Gazete okunmayan bir ülkede kitap okutmak, edebiyat/sanat eğitimi verebilmek zordur.
Teoloji eğitimini “imam yetiştirme” olarak algılayan zihniyet “Soğuk Savaş” döneminde bu ülkeye şırınga edilmiş bir olgudur. Köy Enstitüleri’nin kapatılma öyküsünü okumak yeterlidir bunu öğrenebilmek için.
Bugün biz sonuçları görerek birtakım değerlendirmelere gidiyoruz. Oysa özüne bakmak gerek.
Şu bir gerçek ki; iyi bir dil/edebiyat/sanat eğitimi vermeden “iyi insan” yetiştirmek zordur. Aileyi de bu eğitim üzerine inşa ediyorsunuz çünkü. Anneye, babaya kitap okutamayan bir toplum aidiyetini yitirir. Ötesi ne inançlı ne dindar ne de ateist olsun; okumayan birini siz her dem hiç’lik hanesine kaydedersiniz.
İşte ekrana çıkarıp söz verdikleriniz de öyle abuk sabuk sözler eder ki; sizin veremediğiniz eğitimin sonucu yüzünüze bir tokat gibi iner!
Bu, aslında, edebiyatı hayatımızdan çıkarıp; yerine bol köpüklü/soslu/her şeyden birazlı yazılanları/yazanları “edebiyat/edebiyatçı” diye insanlara yutturmanın öyküsünü anlatır bize.
Bunu, aynı zamanda, küresel kapitalizmin başarı hanesine yazabilirsiniz. Kuşatma artık böyle yapılıyor. Siz inanmayın cephe savaşlarına. Yurttaş bilinci olmayan bir toplum içerdeki kuşatmayla bir ânda çökertilir. Okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan; insanını ve toplumunu tanımayan, bunları anlatamayan bir güruhla bu işi daha kolay gerçekleştirirler.
Sınırmış, yurtmuş, ülkeymiş, kimlikmiş, dilmiş, edebiyatmış kimin umurunda. Üretenlerin kargolayıp gönderdiklerini tüketen; ötede bir gıdım ekmekle, hibe niyetinde para pulla, cicili biçili televizyon dizileri, programlarıyla avutularak sürüleştirilen güruhla iş daha kolay.
Çünkü edebiyata yüzünü dönmeyen, zamanını vermeyen bir toplumda ne dil bilinci arayın, ne sorgulama düşüncesi ne de vicdan duygusu…
Evet, iyisi mi, gelip okullardaki şu edebiyat derslerini de kaldırın. Nasılsa kimsenin sesi soluğu çıkmıyor. Buna da bir “proje okulu” kılıfı uydurun; kitapsız, edebiyatsız, hatta dilsiz okumanın daha yararlı, olabileceğini savunun.
Belki bilirsiniz, defineciler kazılarda dilsiz ve sağır olan kazıcıları kullanırlar. Galiba eğitimde de oraya doğru gidiyoruz.
Bu ülkede hiç edebiyat öğretmeni yok, kalmadı anlaşılan! Gören, konuşan, duyan olmamak için; haydi edebiyatsız eğitime destek verelim! Hapishaneler bizi bekliyor çünkü.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (25 Ekim 2016)