Kaçımız istediğimiz hayatı yaşıyoruz? Kaçımız hayallerimizin peşinden koşarken korkularımızı arkada bırakmayı başarabildik? Uzun atlamalı koşulardan geçerken hangimiz düştükçe daha güçlü ayağa kalkabildik? Belki de pek çoğumuz o aşamaya bile geçemeden, yarışın başında vazgeçtik birincilik hayallerimizden. Kimimiz kadere yükledik tüm suçu. Bazılarımız ise hep ertelemeyi seçtik. İnancımızı yitirmemiş gibi davranıp kendimizi kandırarak ömür tükettik. Tıpkı anneannemizin misafir gelince kullanırım diye otuz beş yıl sakladığı porselen takımlarını, o otuz beş yıl gelmeden öldüğü için kullanmaması gibi tükettik umutlarımızı, hayallerimizi. Nihayetinde, çoğumuz kaybettik, sahnede kaybedeni oynayarak bize ayrılan ömrün sonuna geldik. İşte Pınar Kür’ün Can Yayınları etiketiyle yayımlanan son romanı Sadık Bey, günümüz insanının böyle bir yansıması olarak yaratılmış.
“Şayir” lakaplı Sadık Bey, şair olmak istemiş, yazmış, inanmış ama devamını getirememiş, aşık olmuş ama peşinden gidememiş, istediği hayata hep bir adım geriden bakmış, sonunda kendini uçurumun kenarında bulmuş, kısacası tutunamamış bir karakter olarak okurlarının karşısına çıkıyor. Sadık Bey, biraz mutsuz, biraz umursamaz, çokça korkak, oldukça pişman ve sonunda fazlasıyla kaybeden bir karakter olarak okuyucuyla tanıştırılıyor. Elbette romanın sonu geldiğinde, bu sıfatlara başkaları da okur tarafından eklenebiliyor; çünkü yaratılan bu karakterin, hem tanıdık, aramızdan, hem de düşündükçe derinleşen bir iç dünyaya sahip olduğu fark ediliyor. Genel olarak incelemek gerekirse, orta yaşlarını çoktan geçmiş, ellilerinin sonuna gelmiş olan Sadık Bey, özellikle günümüz toplumunda çoğunlukla karşımıza anlaşılamayan, hatta nefret edilen, arkasından sövülen bir ‘patron’ olarak çıkan, dışarıdan bakıldığında havalı bir hayatı varmış gibi görünen, içine biraz girdiğinizde bugüne kadar verdiği kararları dahi bir güdüm olmadan uygulayamamış zayıf bir adamın yattığı fark edilen bitik bir karakter. Yani Sadık Bey, kendi hayatında kendine bile rol yapan, terk ettiği ailesini geçin, kendini sevemeyen bir adam olarak yer ediyor okur hafızasında.
Sadık Bey romanın başkarakteri olmakla birlikte, en az onun kadar romanın seyrini etkileyen, Sadık Bey’in hayatını değiştiren iki karakter daha gözlerden kaçmıyor. Çocukluk arkadaşı Ertuğrul ve büyük aşkı Semiramis, kurgudaki çıkar ilişkisi, sınıf ayrımcılığı, gerçek dostluk gibi kavramların sorgulatan, düşündüren yardımcı karakterler olarak okurun karşısına çıkıyor. Geçmişte aynı kadına, yani Semiramis’e aşık olan, Sadık Bey ve Ertuğrul arasında aslında yıllardır süregelen, bastırılmış bir kıskançlık ve öfke söz konusu. Hatta Ertuğrul bakımından intikam hırsına dönüşmüş olan bu kıskançlık ve öfke hali, kurguda büyük yer kaplıyor. Yıllarca içindeki nefreti saklamayı başaran Ertuğrul’un Sadık Bey üzerindeki oyunları, planları ortaya çıkana kadar, belki de Sadık Bey’in yüzleşmekten korktuğu öbür yüzü haline geliyor.
Aslına bakılırsa, roman karakterlerinin her biri günümüz insanının gelmiş olduğu yozlaşma halinin birer eleştirisi olarak görülebilir nitelikte. Nasıl ki Sadık Bey özgüvensiz, planladığı hayatı yaşama riskine giremediği için içten içe kendine öfkeli, yıkılmış, bitmeye yüz tutmuş veya tutunamamış bireyleri temsil ediyorsa, Ertuğrul karakteri de bir o kadar çıkar dünyasının gerektirdiklerini istediği gibi yorumlayan, bencil, belki de kapitalizm modelinin yaratmış olduğu insan figürünü temsil ediyor. Semiramis ise, hayallerini gerçekleştirmeyi başarmış, başkası için kendi arzularından vazgeçmemiş, istediği hayatı yaşayarak önünde sonunda ‘kendi’ olmuş, mutluluğa ulaşmayı başarmış karakterlerin yansıması olarak okurla buluşuyor.
Kurguda yer alan bir diğer karakter var ki, adeta günümüz kadınlarının pek çoğunun temsilcisi konumunda romandaki yerini alıyor. Perim ismindeki bu karakter, romanın ana temasının belki de yarısını oluşturuyor demek kanımca yanlış olmayacaktır. Sadık Bey’in, altında çalışan karakterlerden birisi olan Perim Hanım hakkındaki düşünceleriyle, kadın işçinin işyerinde bir bakışının dahi cinsel bir obje olarak algılandığına kadar derin meselelere el atan yazar, ülkemizde sözle ya da bakışla tacize uğrayan veya hem çocuk büyütüp hem de çalışan boşanmış annelerin halinden dem vuruyor. Kısacası bu hususa ilişkin olarak yazar, kurgusuyla günümüz kadınlarının sesi haline geliyor, bir yaraya parmak basıyor.
Sadık Bey’in bir karakter romanı olduğunu söylemiştik, ancak bana kalırsa Sadık Bey bir karakteri değil, birden çok karakteri derinlemesine sorgulatan bir roman. Özellikle Sadık Bey’in mütemadiyen karşısına çıkan, kimi zaman onu koruyor gibi görünüp kimi zaman yalnız bırakan, aşağılayan, başına gelecekler için onu önceden uyaran “görünmez” karakter, okura Sadık Bey üzerinden bir çeşit ayna tutuyor. Bu hayali arkadaş, Sadık Bey’in kendiyle, hayatıyla, yapamadıklarıyla hesaplaşmasının yolunu açıyor.
Romanda, ikili bir dil kullanılmış. Okur Sadık Bey’in hissiyatını onun kafasından geçiyormuşçasına okurken, ansızın yazarın fikir dünyasına adım attığını fark ediyor. Bununla birlikte roman geçmişten bugüne süregelen ülkemiz gündeminden de izler taşıyor. Umudunu kaybedenlerin romanı olarak nitelendirilebilecek bir karakter romanı olan Sadık Bey’in kurgusunda yazarın, Sadık Bey karakteri ve diğer karakterleri kullanarak toplumsal olayları, kişileri eğretileme yoluyla kurguya aktardığı açıkça görülüyor ve sonuna gelindiğinde ‘kaybeden, tutunamayan Sadık Bey’ olarak okur hafızasındaki yerini alıyor.
Gamze Erkmen – edebiyathaber.net (14 Kasım 2016)