Demek ki mektup yazmıyorsunuz! | Feridun Andaç

Kasım 29, 2016

Demek ki mektup yazmıyorsunuz! | Feridun Andaç

feridun-andac-Mektuplarıma henüz yanıt vermeyen dostuma.

Yazmak için ne bekliyorsunuz, hadi yazın; demeyeceğim size. Ama neden mektup yazmadığınızı/yazamadığınızı sormak isterim.

Geçen gün Galatasaray Postahanesi’ne uğradım, bir dostuma yazdığım mektubu postaya vermek için. Bankonun önünde beklerken, “acaba  pul var mıdır,” diye de aklımdan geçirip duruyordum!

Bu konuda deneyimlendiğim için biliyorum, olmayabilir; “zarfınızı makineden geçireceğiz,” diye tutturabilirlerdi de. Oysa, ben, ısrarla “mektup zarfı pullu olmalıdır, mektup pulla gider,” diye diretecektim!

Neysi ki; gülümseyen bir yüz karşıladı beni. Derdimi anlamışçasına; ruhumu okşayan bir edayla; “elbette, neden olmasın,” diyerek yerinden kalkıp berideki dolaptan çıkardığı özel dosyayı önüme koyarak istediğim pulu seçmemi istemişti.

Duygulandım. Beklemiyordum!

Artık mektubumdan emindim, gidebilirdi dostuma, hem de pullu olarak.

Yazdığım mektubun söze dökülme ânı kadar, bunu alanın okuduğu ân da beni heyecanlandırır.

Elinize aldığınız kâğıda özenle yazılmış yazı, duygu ve düşünceleri yansıtan sözler merak uyandırmaz mı?!

Evet, şimdi, içinizden diyorsunuzdur; e-mail varken, WhatsApp elimizin altındayken, 140 sözcükte Twitter’da derdimizi anlatmak dururken nereden çıkarıyorsunuz bu mektup işini!

Yazı bir yana, sanki o duygudan; yazıp anlatarak insanın insana yakınlaşmasından uzaklaştık.

Oysa, mektup yazmak biraz budur… İnsanın insana gitmesidir. Dünyanın neresinde olursanız olun; duygularınızın, düşüncelerinizin tınısını taşıyan o sözleri efsunlu kılan da; biraz mektup kâğıdına düşen mürekkeptir, sizi anlatan el yazınızdır.

Pullu, zarflı mektupları o yüzden severim.

Kendime dost edinmek istediğim birine de ilkten mektup yazarım. Eğer onu çok çok özel kılmışsam, mektup kâğıdıyla yetinmem; onun için seçtiğim bir defteri önüme alır, gün gün yazarım ona. Söyleşircesine anlatırım. Hayata, yazıya, okumaya, dünyaya, ona ve kendime dair her şeyden söz ederim.

İster yazanı, ister okuyanı olun; mektup insana kendini “özel” hissettirir.

Bu size aittir. Sizin için yazıyorum. Söylenenler aramızdadır. Bir ânın, bir zamanın; bir duygunun ve düşüncenin paylaşımıdır.

mektupAzra Erhat’ın çevirisi “Theo’ya Mektuplar”ı gözden geçiriyorum. Yankı Yayınları’nın o ilk baskısı benim için çok özeldir.

İlk gençlik yıllarımda kendime yazılmış gibi okuduğumu hatırlarım. Duygularımı nasıl alevlendirdiğini unutamam. Resim yapma, resmi düşünme duygumu besleyendir… Ama daha da ötesi vardır bunun…

Yaz döneminde çalışmaya gittiğim İller Bankası Sarıkamış Su İşleri Şantiyesi’nin genç puantörü olarak her sabah kanal boyunda çalışan işçilerin puantajını yapmak için yola düştüğümde, “Theo’ya Mektuplar” cebimdeydi. Ve ben “ilk aşk”ın rüzgârındaydım. Okudukça, uzaktaki sevgiliye yazdığımı hatırlıyorum. Üç yaz boyu yazdığım üç yüze yakın mektubun yanıtsız kalması beni erken olgunlaştırdı demeliyim. Yazıya tutkuyla bağlılığımın ilk ateşleyicisi mektuplardır.

Yazmayı çoktan keşfetmiştim, ama duygularımı bir mektuba dökmeyi, düşüncelerimi özgürce dile getirmeyi; hayatın farklı alanlarına gitmeyi yazdığım mektuplarda, bunları yazdıranın direncinde öğrendiğimi söyleyebilirim.

Mektup yazmak, benim için, imkânsızı öğrenmektir biraz da! Van Gogh da bunları anlatmamış mıydı? Hayatının en açmaz yerlerinde mektuba sarılması bunun bir ifadesi değil miydi?

Gerçi Van Gogh kardeşi Theo’ya yazıyordu. Ama aradaki duygu çınıltısı, birbirleriyle paylaştıkları yadsınamazdı. Hele hele ressamın düşleri ve tutkularının söze dökülmesi… Karşısında bunları anlatıp paylaşabileceği birinin olması büyüleyicidir.

İşte mektup yazmanın asıl ivdirici yanı da budur.

Size, neden/niçin yazmadığınızı sorarken de bunu demek istiyorum sevgili okurum.

Mektup bize şunu söyler bir de:

Yaz ki göreyim!

Yani, insan, yazdığında görülür. Yazı bizim aynamızdır. En çok da mektupta. O nedenledir ki, mektup yazmak biraz cesaret ister. Eğer kendinizi göstermek/anlatmak, kendinize ayna tutmak istiyorsanız mektup yazın; yoksa ötekilerin hepsi “ileti”dir. Görevci yazmalardır. Bunlara çok da rağbet etmeyin. Günün akışında olağan sayılacak şeylerdir.

Peki; mektup “olağanüstü” bir şey midir demek istiyorum.

Evet.

Çünkü yüreğinizi vererek yazarsınız öylesi mektupları. Kendinizi içine yerleştirerek.

Hani, “bunu yapabilen var mı?” derseniz…

Buyrun, okuyun, Cemal Süreya’nın “On Üç Günün Mektupları”nı; Rüştü Onur’un “Mektubun Avucumda”sını.

“Kadınım.

Yarim.

İpekböceği sesli sevgilim,” diyen Cemal Süreya’nın mektuplarındaki satırlarına verin kendinizi.

Rüştü Onur’un mektubuna sindirdiği şiirini okuyun bir de:

“Sen yoksun diye her yanı aradım durdum,

Sen yoksun diye türlü hayaller kurdum.

Gündüz güneşe gece mehtaba seni sordum,

Sen yoksun ki yalnız sana açayım içimi?”

İşte bunun için mektup yazmak gerektiğini düşünün derim.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (29 Kasım 2016)

Yorum yapın