“çünkü o da bir hayal kırıklığıdır
her şey biraz hayal kırıklığıdır bu hayatta”
Her şey biraz hayal kırıklığıdır. Evet, 2016’nın son yazısı böyle başlamalı. Zira bunca kana, kıyıma, bunca karanlığa ve zulme bulanan bir yıl ancak böyle anlatılabilir küfre bulaşmadan. Koca bir hayal kırıklığı; çaresizlik, yalnızlaşma, korku, öfke ve savunmasızlık. Ölüm, hep ölüm. Umudun naif bir utanca dönüşmesi. Kendini aklayamayan bir utanç. Karanlık yoğunlaştıkça kendini büyüten bir utanç; kabuğuna çekilip cılızlaşan umut. Kahır, hep kahır.
Ama şiir… Neyse ki şiir… Acıya, yaraya içten bakan şiir… Ellerini utanca ve umuda daldırmaktan çekinmeyen şiir… İçe bakıp dışı gösteren şiir; her şeyi yutan o hayal kırıklığını pastoral bir senfoniye dönüştüren şiir.
“bazen de tam düşecekken
bir sınırın kıyısında
bir ihlalin hazzında
bir sinema kuytusunda
bir otobüs arkasında
bir sır karanlığında
bir çocuk susuşunda
bir yalan duyuşunda
bir göz vuruşunda
bir elma ısırışında
bir dudak kıvrılışında
tutunabilmenin sevinciyle
günün ellerine”
Kendini Tutan Su, Yalçın Tosun’un ilk şiir kitabı. “Ömürbeyanı”, “Kağıt Kesikleri” ve “Teselli ve Diğer Şarkılar” başlıkları altında toplanan şiirler, yazarın öykülerine aşina okur için bir şekilde çok tanıdık. Nasıl öyküleri (“sonra o elleri / ellerin kendi dillerinde konuştukça / anlamını değiştiren devinimleri”) hep bir şiir lezzeti barındırıyorsa, dizelerinde de öykünün izleri var (“kimsenin bilmediği bir nedene sunuldu”).
Dahası, Tosun’un öykülerini benzersiz kılan o duygusal yoğunluk ve bu yoğunluğun akıl almaz bir akıcılık kazanan anlatımı şiirlerde de kendini gösteriyor. Ancak farklı bir katmanda; farklı bir alacakaranlıkta. Tosun’un şiirleri öykülerinden çok daha belirgin şekilde, birer gizlilik bildirimi. Hemen her dize gizlediğini, gizliliğini ihlal etmeden ifşa ediyor. Kendini tutan su…
“gülüşüm yamalanmış
yüzüme yakışmıyor
gizliyorum herkesten”
Ve sonra:
“ellerim tek ellerim, soyunmadan kalırsa
örtüsünden çekilip kendi aksini vursun”
Soyunmuyor Tosun’un dizeleri. Ancak örtüsü öyle karışmış ki tenine, bu bulanıklık şeffaflıktan mı örtünün kalınlığından mı, anlamak zor. Kendini saklamak isterken gösterir gibi, kendini olduğunca ortaya koyarken gizlenir gibi. Karanlıkta bir çığlık kimi…
“içi kıymıkla dolu bir balon olmasaydım
öldürmek ister miydin
aynı iştahla beni”
Kimi zaman ise gaipten bir ses; yalnızlıktan duyulmayan, yalnızlıkta yolunu bulamayan bir ses gibi…
“ ‘sanki’ demişti birden, gece biterken
neden şimdi son sözleri hatırlaması
gaipten gelen bir ses, kapıya koşmaları
ve yolların sonunda kimsenin çıkmaması”
Dizelerin bazen dağınık bazen bir soluk gibi kendiliğinden ezgisi, Tosun’un öykülerinde de soluduğumuz özel bir atmosfer yaratıyor. Bu kez daha yoğun, bu kez daha zorlayıcı. Şaşırtıcı şekilde hem daha uçucu hem daha kavrayıcı. Dizelerin derinlerine indikçe, dizelerin şiddetini ve okşayışını hissettikçe çelişkinin dikenli doğası beliriyor insanın gözlerini önünde. Şaşıracak bir şey yok oysa; kendini tutan su…
Öykülerinin şiiri olduğu gibi şiirlerinin de öyküsü var elbet. Sezilen, kimi yüreğe sürtünen, hani elini uzatsan tutacağın öyküler bunlar. Minik bir kuşun avuca konması gibi; bir var bir yok. Gerçek miydi o dokunuş, hissettim mi rengârenk kanadın nefesini yanağımda? Belki. Belki hiçbir zaman.
“bir kenarda iğreti
gözleri halının aynı yerinde
gülmeyi çoktan unutmuş
ve ruhundan bir elbiseye sımsıkı tutunmuş
annemin birdenbire
güldüğünü görüyoruz”
Su kendini tutuyor, öykü kendini gizliyor. Şiirse bir ad verme ve gizlenme – ki ad vermek gizlemek ve gizlenmek değil midir aslında? – ustasının ellerinde, her dizede kendini bitimsiz kılıyor.
“sahi, kim gerçekten bilebilir ki
bir şiirin ne zaman biteceğini”
Çünkü şiir dışında her şey bir nedene sunulur; çünkü her şey bir nedene boğulup kaybolur. “Peruk kadar hüzünlü”, kendini tutan su gibi ayrıksı kalakalır insan. Çünkü her şey bir hayal kırıklığıdır. O dokunuştan başka. Şiirden başka.
“bir dokunmaktır ki trenler hiç susmuyor
dirilmek zaman alır
bir çığlıktır duyulmaz”
***
Dirilmek diye bir şey yok; bu karanlığı dağıtmadan yok. Bunca ölüm, yaşama sinsice sokulan, yaşamı adeta kendinin kılan bunca hayal kırıklığı en azından bunu öğretiyor. Ama şiir var. Sözcükler var.
Ve yaşam. Ve her şeye rağmen umut. Belki. Yaşamı olanaklı kılan o direnç ve aydınlık belki şiirden, sözcüklerden doğar. Belki…
“belki tam içindesin
bir nehrin, hep çoğalan
belki de o nehirsin
ne geçmiş, ne gelecek
ne yaşama korkusu”
Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (28 Aralık 2016)