Boşluk | Anıl Ceren Altunkanat

Şubat 21, 2017

Boşluk | Anıl Ceren Altunkanat

Ceren foto“Sanki ön bahçemizin sert toprağında bile kendini güvende hissetmiyor ve toprak altından kayıp gidecek ve o da bir boşluğun içine düşecekmiş gibi güvensizce hareket ediyordu.”

Belki de boşluklardan oluşuyor yaşamımız. Boşluklar ve aralarda aldığımız ufak, usul soluklar. Bir boşluğun yorgunluğu ve uğultusu… Ardından kısa bir dinlenme… Sonra yeni bir boşluk. Yaşamın uğultusu bundan belki. İnsanın başı döner ya aniden, bundan belki. Hangimiz rüyamızda boşluğa düşmenin o sessiz çığlığını atmadık ki? İşte, bundan belki. Tutunduğumuz dallar yok mu? Var elbet. Ama belki her dal, her tutunuş derinleştiriyor boşluğu. Kim bilir? Boşluk beklemeye gelmiyor belki. Olmaz mı, yeni bir boşluğa açılmadan dindiremiyor uğultusunu?

Boşluklardan oluşuyor yaşamımız; uçurum olamayan, öldürmeyen ama süründüren boşluklardan.

Caroline. Bir adamın yaşamına, o tam boşluğa düşmek üzereyken giren, boşluğu sevginin, zihnin yeni olanakları ve meydan okumalarıyla dolduran bir eşek.

“Babamın sonradan ifade edeceği gibi, bu dişi büyük, karanlık ve berrak gözlerini babama dikip bakmış ve babam o gözler içinde kaybolmuştu.”

Bir eşeğin gözlerinin içinde kaybolmak tuhaf mı geliyor? Bir kedinin gözlerinde galaksileri ve evrenin tüm renklerini görmek? Bir köpeğin gözlerinde adanmışlığın ve bağlılığın en katıksız haline vurulmak? Tuhaf mı? Varsın tuhaf olsun. Bana sorarsanız bunu tuhaf bulanlar bir insanın gözlerinin içine bakmamıştır hiç, yalnızca insana bakmıştır. Ve kendi benzerini görüp derinliğine inememiştir. Gözün sır dolu enginliğine bakmak – göz hangi canlıya ait olursa olsun – herkesin harcı değildir.

“Ruhu rahatsız üç milyon insanın yaşadığı bir kentte, bir adamın bir eşeğe bağımlılığı ne olabilirdi ki?”

Elbette sıradan, dikkat çekmeyecek bir bağımlılık değil bu. Ama sevgi, böylesine kuvvetli bir sevgi güç verir; sıra dışı olanı gündeliğe sıkışıp kalmış körlere kabul ettirme gücü verir.

Üstelik Caroline de bunu son derece kolaylaştırır insanı için. Eşsiz bir yoldaş; işyerinde kendini herkese kabul ettirecek kadar uyumlu bir eşlikçi; ardından – özellikle de insan ilişkilerinde – başarılı bir iş arkadaşı…

“Onda güçlü ve duyarlı, kaba ve zarif olmanın getirdiği ilgi çekici bir yön vardı.”

carolineÇelişkiler ruhu bağlar, iz bırakan her ilişki çelişkilerle doludur ve bu yüzden iz bırakmıştır. Şefkatine vurulduğumuz birinin hoyratlığıdır vazgeçemediğimiz; hep yalan söyleyen birinin hissettirdiği güvendir arkamızı dönüp gidemediğimiz… Boşluğun içimizde kapladığı yerdir. Tam budur kopamadığımız.

“Emeklilik planı, benim ödevlerim, tren yollarının durumu gibi, Caroline gelene kadar, akşamları kafasını kurcalayan her şey önemini yitirmişti ve her gece oturup onu izler olmuştu. O zaman anladım ki, babam ona karşı olan ilgisini kaybetmeyecekti.”

Büyük, karanlık ve berrak gözlü bu dost sevgi bağıyla yetinmez; doymak bilmez bir merakı, açgözlü bir zihni vardır. Ve içgüdüleri ona hayatın bir satranç tahtası olduğunu kısa sürede öğretir. Taşlar hep dizilir. Herkes kazanır. Herkes kaybeder. Esas olan oyunun yarattığı bağdır.

“Babamın onunla satranç oynamasının tek sebebi, iki beyin arasında bir ilişki kurabilmekti.”

İki beyin arasındaki ilişkidir bir kedinin gözlerinde evreni görünür kılan. İki satırı ağzından çıkan şakayı diğerinin tamamlamasıdır. Tek bir bakışla uzun bir hikâyeyi paylaşmaktır. Aşktır. Kesinliği yoktur. Kırılgandır.

“İlk görüşte aşk mıydı? Belki de ilk bakıştıklarında birbirlerinden annemle benim anlayamadığımız ve onları sonsuza kadar bağlayacak bir ışık almışlardı. Yoksa her şey yavaş mı gelişmişti? Zamanla mı ona bağlanmıştı? Fakat ‘aşk’ kesinliği olmayan bir kelimedir. Yanlış anlaşılmaya oldukça müsaittir.”

Ve genellikle kırılır. Olabilecek en kötü şey genellikle olur. Almak ve vermek biter; eksilmek ve yokluk başlar. Bağ oradadır ama karşı taraf boşluktur. Zamanla yüreğin ve zihnin içini kaplayan o gri boşluk…

“Bu ana kadar oldukça sakindi, hatta rahatlamış gibiydi. Sonuçta olabilecek en kötü şey olmuştu ve artık korkmasını gerektirecek bir durum yoktu.”

Rahatlatan bir yanı vardır gerçekten boşluğun; içinde süzülür insan. Kendi uğultusuyla sarhoş olur. Zaman hükmünü yitirir; çok yavaştır her şey oysa akrep ve yelkovan yetişemez duyguların savruluşuna. Yerçekimi gücünü hissettirmez bir süre; beden dağılır ve tekrar toparlanır. Böyle varır insan mutsuzluğun bilincine. Sonra yeni bir boşluktan diğerine…

Caroline mi?

O gitti.

Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (21 Şubat 2017)

Yorum yapın