Biz. Kadınlar.
Gülsek kabahat. Konuşsak da. Bedenimiz üzerinde herkes söz sahibi, bir kendimiz değiliz. Nasıl giyineceğimiz yaşadığımız ülkenin neredeyse en önemli gündemi. Tarihimiz, koruyamadığımız, yaşam hakkını savunamadığımız kadınların isimleri ile dolu. Hele çocuk kadınlarımız, asla iyileşmeyecek, acısı dinmeyecek yaralarımız…
Kadınlığın tarihi, ölüm ve katliamlar kadar, hiç bitmeyen müthiş bir mücadelenin de tarihi. Ne yapılırsa yapılsın, susturulan, yok edilen kadınların sesi hep yaşatıldı. Üstelik bu mücadele erilliğin katı yanlarını içinde barındırmayan, şiddet içermeyen, ayrımcılık yapmayan, onurlu bir mücadele.
Ayla Kutlu, kadın ve yazar kimliği ile, yaşananları anlattığı roman ve öyküleri ile bu mücadelenin en önemli isimlerinden biri diyebiliriz. 1934 doğumlu yazarımız, 20 yıl çeşitli kamu kuruluşlarında çalıştıktan sonra, 1975’ten itibaren edebiyat çalışmalarını yoğunlaştırarak Türk edebiyatının öne çıkan isimlerinden biri olmuş.
Mekruh Kadınlar Mezarlığı, içinde kadın olmaya dair yedi öykünün yer aldığı bir kitap. Kitaba da adını veren Mekruh Kadınlar Mezarlığı, kitabın en çarpıcı öykülerinden biri. Kitap ilk olarak 1995’te yayımlanmış, 1996’da Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü almış.
Mekruh Kadınlar Mezarlığı öyküsünde anlatılan, bugün hala gazete sayfalarında, televizyon haberlerinde izlemek zorunda kaldığımız töre cinayeti hikayelerinden biri. Hediye, köyün dul kalmış kadınlarından biridir. Köye gelen tiyatrocuların bir köy evinde yapacakları ufak gösteriye anasının izniyle gider. Köyün erkekleri Hediye’nin kardeşi Şahid’i kardeşinin namusu elden gitti diye kışkırtırlar ve tüm köyün önünde Şahid kardeşini vurur. Bir kadının dramı ölmekle bitmez bu coğrafyada. Ölüsü bile suçludur kadının. Mekruh; İslam dininde, dini bakımdan yasaklanmadığı halde yapılmaması istenen, anlamına geliyor. Köyün imamı, ölen Hediye’yi ve onu gömmek için hazırlayan, mezarlığa götüren annesini, kız kardeşini ve en yakın arkadaşı Ayşad Bahu’yu Mekruh ilan eder, Hediye’nin cenaze namazını kılmayı reddeder. Mezarlığın önünde bekleyen erkekler, ölüyü mezarlığa kabul etmezler. Hediye, olay sırasında yakalanıp köyün erkeklerince tecavüz edilerek öldürülen bir tiyatrocu kadın ve sonrasında Hediye’nin annesi öldüğünde köyün uzak bir yerine, Mekruh Kadınlar Mezarlığı’na gömülürler. Ayşad Bahu, tek başına üç nesil boyunca olayları unutmaz, unutturmaz ve öldüğünde vasiyeti ile Mekruh Kadınlar Mezarlığı’na gömülür. Öykü çok tanıdık bir öyküdür ancak Ayla Kutlu, dili, anlatımı ve kurgusu ile unutulmayacak bir kadın destanı yaratmıştır bu öyküsünde. Öykü bittiğinde, okur karamsarlığa ve çaresizliğe düşmez, aksine bu destanın kadın kahramanlarından güç ve umut alır. Mekruh Kadınlar Mezarlığı, erkek egemen zihniyetin aşağılama aracı değil, kadınlığın haklı ve onurlu mücadelesinin kutsallaştırdığı, yüceleştirdiği bir mekâna dönüşür.
Kitabın; Bir Varmış, Süsen Gitti ve Mercan’a Güzelleme isimli öyküleri de köyde geçen, öykü kahramanı kadınların verdikleri var olma mücadelesi ile aynı şekilde bir kadın destanına dönüşen öyküler.
Kitabın son üç öyküsü; Ormanda Bir Deniz Kabuğu Gibi, Yılanlar Yıldızlar ve Solgun Bir Sarı Gül isimli öykülerde ise kent kadınları anlatılıyor. Bu öykülerde başka bir anlatım, biçim ve kurgu ile karşılaşıyoruz. Öykü kahramanlarının karakterleri adeta öykünün dilini ve yapısını da şekillendiriyor.
Ayla Kutlu öykülerinde, erkek egemen zihniyetin kadınlar üzerinde uyguladığı şiddet ve baskı anlatılırken, hiçbir zaman kadını yücelten, erkeği aşağılayan, taraflı bir anlatımla karşılaşmıyoruz. Bu öykülerin en güzel yanı eril dilden uzak anlatımı.
Son öykü Solgun Bir Sarı Gül’de ana kahraman erkek ve öykü de ana kahraman tarafından anlatılıyor ancak bu öyküde de eril dil yok. Ayla Kutlu’nun bu öykü ile; kitabın genelinde eril zihniyeti eleştirmesinin, erkekleri eleştirmek anlamına gelmediğini anlatmak istediğini, kitabında bu anlamda bir denge kurmayı amaçladığını düşündüm. Çünkü bu öyküde Tuğrul karakteri, son derece insancıl, zayıf ve güçlü yönleri ile veriliyor. Var olma mücadelesi sadece kadına ait bir durum değil; eril bir dünyada erkeklere biçilen toplumsal rol de, kadınlara verilen toplumsal rol gibi, o kadar çarpık ki, insani ve vicdani bir bakış açısına sahip her erkek benzer bir var olma mücadelesi içinde kıvranıyor aslında. Ayla Kutlu son öyküsünde yine müthiş kurgusu ve anlatımı ile bu durumu dile getirmiş.
Kitapta yer alan her öykü birbirinden güçlü öyküler. Yaşadığımız coğrafyayı anlatmasına rağmen, evrensel öyküler; çünkü evrensel insanlık durumlarını anlatıyorlar. Ayla Kutlu, toplumun bir yarısını yok saydığınızda diğer yarısının da nasıl yok olduğunu anlatıyor. Bugün bu gerçeğin içinde yaşıyoruz, ancak bu gerçek bize öyle bir sunuluyor ki; Mekruh Kadınlar Mezarlığı’na gömülme korkusunu da yaşatarak. Oysa, Mekruh Kadınlar Mezarlığı’na gömülme cesaretini göstermek, var olma ve özgürlük mücadelesinin bir parçası. Mekruh Kadınlar Mezarlığı’na gömülen kadınları yalnız bıraktığımızda, asıl yalnız kalan biz olacağız, onlar değil…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (2 Mart 2017)