Emre Demir’in “Göğün Altında Bir Dünya: Çin’de 5 Yıl, 10 Kent” adını taşıyan anlatı kitabı birkaç ay önce Arkeoloji ve Sanat Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap, adından da anlaşılacağı üzere, yazarın Çin’de yaşarken özümsediği kültürü, tarihi ve edebiyatı anlatıyor. Demir’in kitabı yazmaktaki amacı turist rehberleri için kaynak üretmek ya da Çin’in güzelliklerini övmek değil. Şöyle özetliyor Demir, kitabı yazarken kendisine yaverlik eden düşünceleri:
Çin çalışan, Çin’le ilgilenen, Çin hakkında yazan pek çoklarından farklı olarak, ben bu ülkeye “kariyer” amaçlı gelmedim. Çin deneyimimi bir kariyere dönüştürüp “Çin uzmanı” olmaya çalışmadım. Bu metin bir master tezi değil, araştırma inceleme metni de değil; orada bulunmanın ve her geçen gün onlardan biri olmanın hikâyesi. (s 13)
Okuduklarından, gözlemlediklerinden ve en çok da deneyimlediklerinden yola çıkarak kafasının içinde kurduğu Çin’i, kentlerin fiziksel yapısını ve bu kentlerin ruhlarını var eden tarihlerini sıçrama taşı yapıp, ayrıntılarıyla anlatıyor bize. Bunu yaparken, kimi zaman bir şairin yaşamöyküsünün izini sürüyor, kimi zaman da çay gibi, panda gibi, kungfu gibi; kültürün ayrılmaz bir parçası olmuş temel bir öğenin üzerinden yola çıkarak okuyucuyu renkli ve heyecanlı bir serüvene sürüklüyor.
Demir’in Çin’i, kentlerden, bu kentlerde yaşayan halklardan, bu halkların binlerce yıldır sürdürdükleri yaşamların evrimleşme ve başkalaşma sürecinden ibaret. Yazdıklarından çıkarılan en birinci ders, bir ülkenin insanlarını sevmek için onların kültürlerini anlamanın bir zorunluluk olduğu. Bunu yaparken yazar, metni bir yandan tarihsel gerçeklere ve kişisel gözlemlere dayandırırken bir yandan da anlatının akıcılığıyla ve dilin kıvraklığıyla, bizleri birbirinden efsunlu hikâyelerin içine sokuyor. Çin’in binlerce yıllık tarihini kentlerin tarihleri üzerinden okurken, efsanelerle gerçekliğin birbirinin içine girdiğini görüyor; alacakaranlıkta içine düştüğümüz yüksek duvarlı bir labirentin ortasında, çıkmayı arzu etmeksizin eğlenmeye devam ediyoruz. Dildeki şiirsellik, üsluptaki ustalık ve anlatıdaki akıcılık; kitabı elinizden bırakmadan okumanız için gereken başlıca nedenlerden sadece birkaçı.
Demir’in on kenti, kadim Çin tarihinin ilk izlerinin bulunduğu, Sarı Nehir kıyılarındaki Zhengzhou’yla başlıyor. Sarı İmparator’u, onun halkı için yaptıklarını, Çin kültürünün yapıtaşlarından birisi olan atalara saygı ritüellerinin bireylerin kişisel yaşamındaki rolünü, Tanrı’ya inanmasa da bir insanın dindar olabileceğini bu satırlarda okuyoruz. “Çin’de ataya saygı kültünün sosyal işlevini iyi okumak gerekir. Ataya saygı, ihtiyacı olan sonsuzluk hissini veriyor insana ve bu işleviyle dinin yerini alıyor.” diyor yazar bir Çinli’yi Çinli yapan en önemli özelliklerden birisini izah ederken.
Sonrasında rotamızı Xian’a, Tang Hanedanı’nın ekonomik ve sosyal başkentine çeviriyoruz. İslam’ın Çin’e varışına, Xian’ın, dünyanın her bir yerinden –Avrupa’dan, İran’dan, Arabistan’dan, Kuzey Afrika’dan…- gelen misafirleriyle kozmopolit bir kente dönüşmesine tanık oluyoruz. Yer yer dönemin Çinli şairleri eşlik ediyor tarih turumuza, yer yer de Calvino gibi, Tanpınar gibi, Nâzım Hikmet ve Walter Benjamin gibi tanıdık adlar… Yasak Kent’le Pekin’i, Batı Gölü’yle ve kente valilik yapmış hüzünlü şairlerle Hangzhou’yu tanıyoruz. Nanjing’e varışımızla kararan bulutlar kitabın sayfalarına da sirayet ediyor ister istemez. Japon askerlerin canice işledikleri cinayetler bizleri bir kere daha insanlığımızdan utandırıyor. Onların barbarlıkları karşısında, nasıl olup da, toplum tarafından en alt tabakada görülen hayat kadınlarının çocuk yaştaki genç kızlar için kendi canlarını feda ettiklerini okuyoruz. Şanghay’ı Fransız etkisinde kalmış mimarisiyle, Chengdu’yu pandaları ve acılı yemekleriyle, Kaşgar’ı Pekin’e gelin gönderilen İparhan’ın yaşamöyküsüyle, Akçi’yi Yusuf Mamay’ın okuduğu Manas Destanı’yla öğreniyor; bu yörelerin insanlarına ve kültürlerine karşı içsel bir yakınlık hissediyoruz. Bu öyle bir yakınlık ki kitap bittiğinde Çin’in binlerce yıllık tatları, kokuları, sesleri sizin ruhunuzun da birer parçası haline gelmiş oluyorlar.
“Göğün Altında Bir Dünya: Çin’de 5 Yıl, 10 Kent”, Çin’i tarihi ve kültürüyle birlikte, içeriden bir bakışın diliyle anlamak isteyenler için kaçırılmaz bir fırsat sunuyor okuyucusuna. Ayrıca; özlemek, kalmak, gitmek, dönememek, sevmek, sevememek gibi, insan oluşumuzun temel eylemleri ve eylemsizlikleri üzerine, tınısı uzun süre aklınızdan çıkmayacak hayati öneme sahip sorular soruyor. Kitaptan bir cümleyle bitireyim:
Bazı kentler vardır, seversiniz, ancak ayrılırken burukluk olmaz. Zira artık ev de özlenmeye başlanmıştır. Bazı kentler vardır, seversiniz, hep ötelenmeye çalışılan ayrılık vakti gelip çattığında, o kentte daha fazla kalabilmeyi veya bir vesileyle bir daha o kente nasıl geleceğinizi değil, sizi oraya bağlayan esasın ne olduğunu anlamaya çalışırsınız. Bana bu kentte ne oldu? Her kentin çıkışında, bu soru sorulmalıdır. (s 142)
Ali Rıza Arıcan – edebiyathaber.net (7 Mart 2017)