Çocukluğumda Enternasyonel Fuar alanında hayvanat bahçesi de vardı. Hayvanat bahçesi de diyorum çünkü bilenler bilir bu alanda gazinolar, lunapark, nikâh salonu ve kültürel amaçlı kullanılmak üzere büyük salonlar var. Hayvanat bahçesinin bulunduğu alanda yoğun bir kokunun var olduğunu anımsıyorum. Kentin tam ortasında yoğun ve birbirine karışmış hayvan kokusu. Hele bir de mevsimlerden yaz ise… Şimdilerde yok artık orada hayvanat bahçesi. Belediyenin yapmış olduğu en doğru iş olarak görürüm buradaki hayvanların kentin dışında sayılabilecek bir alanda, doğal yaşamlarına uygun olarak yaşamalarını sağlamasını. Gittim ve yerinde gördüm. Hayvanların mutluluğu ve rahatlığı yüzlerinden okunabiliyor.
Etgar Keret’in “Uzun Yeleli Kediçocuk” adlı kitabını okurken düşündüm bunları bir defa daha. Can Çocuk tarafından yayımlanan, Mahir Ünsal Eriş tarafından İbranice aslından çevrilen pırıl pırıl, rengârenk canlı bir kitap bu.
Özünde baba-oğul ilişkisini ele almış yazar. İçinde yaşadığımız dönemin beraberinde getirdiği ve zayıflattığı baba-oğul ilişkisini. Kitap küçük kahramanımızın şu sözleri ile başlıyor. “Babam çok meşgul bir adam. Açıkçası, beni bile göremeyecek kadar meşgul. Ama geçenlerde annemin, babama benimle daha çok vakit geçirmesi gerektiğini, yoksa büyüdüğümde bundan dolayı çok pişmanlık duyacağını söylediğini duydum. O zamandan beri, babam elinden geleni yapıyor. Ama işler her zaman o kadar yolunda gitmiyor.”
Bir çocuğun ağzından bu tümcelerin dökülmesi, içimi acıtır benim. Zaman açısından iki çocuğumla da fazlasıyla birlikte zaman geçirebildiğim için kendimi çok şanslı hissederim. Ama benim çocuklarımın yakaladığı şansa sahip olamayan çocukların varlığı da üzer beni.
Uzun Yeleli Kediçocuk da bunlardan biridir işte. Babası ile hayvanat bahçesine gider fakat babasına gelen bir telefon bütün planları değiştirir. Hayvanat bahçesinin içerisinde tek başına kalmıştır. Kafesler arasında gezmeye başlar. Babasına eğleneceğine dair söz vermiş olsa bile bunu nasıl yapacağını bilemez. Hayvanat bahçesinin sonunda boş bulduğu kafesin içine girer ve kapıyı kapatır. Amacı hayvanların düşündüklerini, yaşadıklarını hissedip anlayabilmektir. Gözlerini kapatır ama tekrar açtığında kendisini çok başka bir yerde bulur. Asıl serüven de burada başlar.
Kitapta ön planda hayvanlar görünse de arka tarafta yetersiz baba-oğul ilişkisi gösterilmekte. Ola ki bu kitabı çocuğuna okuyacak bir baba, onunla yeterli zaman geçirip geçirmediğini de sorgulayacaktır. (Çocuğuna kitap okuyan bir baba sanırım yeterli zaman geçiriyordur!)
Bu kitap çocukların sınırsız hayal gücüne de vurgu yapıyor. Kitabı resimleyen Aviel Basil’in çizimleri öyküye canlılık veriyor. Renklerin göz alıcılığı, baskının niteliği, öyküyle bütünlüğü övgüyü hak ediyor. Mahir Ünsal Eriş’in çevirisi için de parantez açmalıyım belki. “Savaşı Bitiren Sinek”ten sonra ikinci defa kendisinin çevirdiği bir kitabı okudum. Eriş’in anadilinde yazdığı öykülerindeki başarısını çeviri alanında da görebiliyoruz. Duru bir anlatımla çocukları kendi dillerinde buluşturuyor kitaplarla.
Yaşam ne denli hızlı aksa da gün içerisinde karşılaşılan olumsuzluklar can sıkıp yorsa da ilgi ve sevgi bekleyen çocukların var olduğunu anımsatan bir kitap Uzun Yeleli Kediçocuk. Özellikle çocuklarına fazla zaman ayıramayan babalar belki de bu güzel kitapla bir başlangıç yaparak, onlarla daha fazla zaman geçirme kararı alırlar. Sadece babalar da değil tabi, anneler de düşünsün.
Bırakalım yaşam dışarıda dilediği gibi aksın. Biz çocuklarımızı yalnız bırakmayalım.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (15 Mayıs 2017)