“Kültür hiçbir şeyi, hiç kimseyi kurtarmaz, doğrulamaz. Ama bir insan ürünüdür: İnsan orda yansır, kendini bulur; yalnız bu eleştirici ayna gösterir insana imgesini.” Jean-Paul Sartre, Sözcükler*
Zekâsına hayran olduğum çizer Selçuk Demirel’den pırıltılı bir kitap daha: “Yazarların Yüzünden”. Selçuk Demirel’in “Yazarların Yüzünden” kitabında, yazarların ondaki hallerini, çağrışımlarını çizmiş ve bir de o yazardan metin almış. Yani Selçuk Demirel’in kütüphanesi ellerimizde artık. Yazarlar karşımızda geçit törenindeler. Seksen üç yazar var kitapta.
Selçuk, yazarları neden çiziyor? Sadece onları okuduğu için mi? Onlardan etkilendiği için mi? Okuduğu yazarların içini gördüğü, ruhlarını açık ettiği, ele güne karşı inceliklerini tespit ettiği için de çiziyor, içinden geldiği gibi… Çizgiyle neler yapılabileceğini gözlerimize fısıldıyor.
Kitaplar labirentinde yer yer kaybolup bulunarak geziniyor yazarlar. Labirent Selçuk’un çok kullandığı bir metafor. Yüce gönüllülükleri kitapların kapaklarına gölge gibi vuruyor, düşüyor.
Hayatı denerken çizgilerini, sezgilerini, düşlerini, aklını topyekün kullanıyor Selçuk. Önce olmayan bir şeyi yoktan hayal ediyor. Hayaline şöyle bir bakıyor. Bu hayal nereden geldi? Sonra da hayalini gördüğü “şey”e çizgilerle can veriyor, görünür kılıyor. Sonra da bize sunuyor. Biz de en çok eleğin üstündekileri görüyoruz.
Selçuk’un desenleri, karikatürleri konuşma balonu olmasa dahi çok konuşkan. İçindeki kedi hep dolanıyor desenlerin arasında. Olağanüstü güzellikteki kedileri bir o kadar olağanüstü resmediyor.
Selçuk’un renkli dünyasına yuvarlanmak gibisi yok. Büyük bir manik enerji, coşku, yaratıcılık, uykuda bile devam ediyor. Hatta uyutmuyor. Aşkla çiziyor Selçuk, büyük bir tutkuyla. Bizi kaleme iten bir şeyler var desenlerinde. Yazar olmak için mürekkebin tadını bilmek lazım, çizer olmak için de renklerin…
Cinayet mahalline geri dönen katiller gibi yazarlarına geri dönmüş Selçuk.
Baktıkça, okudukça genişliyor ve derinleşiyor kitap. Çakmak tutsan alev alacak desenler bunlar. Bazen sizin söyleyemediklerinizi, bir çizgi söyleyiveriyor.
Tek bir ağaçta koskoca bir ormanı görmek Selçuk’un yaptığı. O ormanda renkli bir gezintiye çıkarıyor bizleri. Yazarlar ormanın sakinleri…
Hipnoz uykuyla uyanıklık arasında bir yerde geçer. Hipnoz etkisi yaratıyor bu desenler. Uyku içinde uyku, rüya içinde rüya gibi…
Hayal kurarsın, “geçer” derler. Senden daha eskilerdir bu dünyada. Daha çok pabuç eskitmişlerdir. Bu arada umutlarını ve hayallerini de… Oysa hayal kurmuyorsan kör noktaların çoğalmıştır. İnsan hayallere aşık olabilir. Ben de Selçuk’unkilere aşık oldum.
İnsanın kendinden başka sığınacağı yer yok mu? Sanattan başka sığınacak yer yok sanki! Selçuk ona sığındığımdan habersiz. Her baktığınızda farklı bir detay görüyorsunuz. Sanat bir saçakaltıdır bazen, orada ıslanmadan dünyayı seyrettiğiniz.
Her tanışma bir fırsat, her fırsat bir hayattır. Selçuk bizi bu yazarlarla tanıştırırken aslında bu fırsatı yaratıyor. Derinleşmek isteyenleri kitabın kendisine gönderiyor. Çoğaltıyor bizi. Kendimizi buluyoruz. “Bir şeyi bulmak, aslında onu yeniden bulmaktır” düsturu, Freud’tan geliyor.
***
Kitaptan bazı desenleri anlatmayı deneyeyim:
Ahmet Altan’ı; gövdeden kopmuş bir el, diz çökmüş bir adamı vurur şeklinde çizmiş. Bir cinayet romanını anlatıyor.
Komada hırıltılı nefesle bir hafta yaşamış olan Metin Altıok’un; “Soğur cehennem bile” dizesine, kalbinde yanan bir otel olan adamı çizmiş.
Simon de Beauvoir’ın gözlerine biri açık iki yeşil pencere kondurmuş. Bir de kafasındaki hapishaneden çarşafları sarkıtarak kaçan bir kadını resmetmiş.
John Berger’i; açık bir kitabın sayfaları arasından bize bakan bir çift mavi göz olarak çizmiş.
“Çizmek, görünümlerin yapısını inceleyerek bakmaktır. Bir ağaç çiziminin gösterdiği ağaç değil, bakılmakta-olan-ağaç’tır.”diyor John Berger.
Dan Brown’ı; ciltli bir kitabın ipini bomba fitili gibi yakarak resmetmiş.
“Hiçbir şey yapmamak; sıkışıp kalarak, açlık çekerek, günah içinde yuvarlanarak Dante’nin cehennemine kucak açmaktır.
Ve ben de cesaretle eyleme geçtim. Kimileri dehşetle bakacaktır ama kurtuluşun bir bedeli vardır. Dünya bir gün fedakârlığımın güzelliğini kavrayacaktır. Çünkü ben sizin kurtuluşunuzum.
Ben Gölge’yim. Ben insanlık sonrası çağının kapısıyım.” diyor Dan Brown ‘Cehennem’de.
Abidin’i; dalgalı maviler içinden bize bakarken yakalamış, elbette bir kediyle. Kısa kopuk kopuk çizgilerle masasının üstünde bir kayık gezdiren Abidin de var.
“Nâzım’ın ünlü dizesi soruyordu bana:
Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
Yapamam elbet.
Fakat resim çizebilmek ne büyük mutluluk!
Çizmek, bana ayrılan boyut’u çizmek.”diyor Abidin Eller’de.
Fyodor Dostoyevski’nin labirentini de unutmamış Selçuk.
Marguerite Duras’ı; dolma kalemden parmaklıklarla çizmiş.
Orhan Duru’yu; İstanbul silueti önünde kağıttan martılar arasında hayal etmiş. Kitap sayfalarından kuş uçurmayı seviyor Selçuk.
Heidegger’den aktarıyor Orhan Duru; “Hayat akılla algılanamaz.”
Ferit Edgü; rengarenk. Ortalarından açılmış gittikçe küçülen arka arkaya kitaplar. “Ferit Edgü harfleri”ni taşıyan insanlar. Dolma kalemin üstünde duran bir adam olarak çizmiş.
F. Scott Fitzgerald; dökülen bir mürekkebin içinde kitap okuyor, bir arabaya afili yaslanıyor.
“Yalnız bir insanın hayalinde biriktirdiklerini hiçbir taze tutku, hiçbir yeni ateş yok edemez.” diyor F. Scott Fitzgerald, Muhteşem Gatsby’de.
Füruzan’ın labirenti kitap kapaklarında, hüzünlü…
Nâzım Hikmet’i; el yazısıyla resmetmiş, müthiş bir portre çıkmış ortaya.
Nasreddin Hoca; muhtemelen mayaladığı göle bakıyor ve göldeki yansımasında sarığı dünya küresi olmuş. Çok yaratıcı.
Rıfat Ilgaz’ı; Hababam Sınıfı’nın her harfini teker teker sırtlayıp getiren öğrencileriyle beyaz kağıdın üstünde ve Rıfat Hoca onlara bakıyor diye hayal etmiş.
Attila İlhan; bir ucu kırmızı, bir ucu mavi kalemle çizilmiş bir portre şimdi. Ucu bıçakla açılmış kalem de imza gibi portrenin altına bırakılmış.
Franz Kafka’nın resminin üzerine bir el kırmızı dikenli bir gülle imza atıyor.
Yaşar Kemal için; yere paralel bir bağlama çizmiş. Sapında İnce Memet atıyla koşturuyor gövdeye doğru.
İoanna Kuçuradi için; pergelle kare çizmiş.
Murathan Mungan’ı telek kalemle el yazısı içinde resmetmiş.
Aziz Nesin’i; bir kitabı kahkahaya doğru evirmiş. Kitap, kocaman gülen bir dudağa dönüşmüş.
***
Kitaptan bazı alıntıları aktarmadan edemeyeceğim. Çünkü her şey “yazarların yüzünden”.
“Salt metni değil, baştan aşağı yazarı okuyor Demirel.” diyor sunuş yazısında Sibel Oral.
“Önceki deneyimlerinden onca şey öğrenmişti ve bütün hayatı boyunca benzerini hiç yaşamadığı korkunç bir boşluk hissediyordu. Aynı zamanda eğlence ve anlamsız oyunlarla dolu bir hayata geri dönme fikrinden nefret ediyordu, çünkü işin gerçeği, aşk için hasret çekiyordu.” Bu cümleleri yazmamış, adeta kazıyıp çıkarmış ciğerlerinden Necip Mahfuz, Yağmurda Aşk’ta.
“Halkın en şahane simgesi kaldırım taşlarıdır. Kafanıza düşünceye kadar üstünde yürürsünüz.” diyor Victor Hugo, Choses vues’de.
“Bir hayal, tek başına kurulduğu vakit sadece bir hayaldir. Birlikte kurulduğu vakit bir gerçekliktir.” diyor Yoko Ono.
“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti. Daha ilk sayfalarındayken bile, kitabın gücünü öyle bir hissettim ki içimde, oturduğum masadan ve sandalyeden gövdemin kopup uzaklaştığını sandım.” diye yazmış Orhan Pamuk, Yeni Hayat’ta.
“Ağaçla ağacı görmek arasında
Düşün yeri nedir?” diye soruyor Fernando Pessoa.
“Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!” diyor Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde.
“Kıyı Tanrı’ydı, yön gelenek, kürekler bana verilen özgürlük;
Kıyıya ulaşmaya çabalayayım, Tanrı’yla birleşeyim diye.” düşünmüş Tolstoy, İtiraflarım’da.
“İktidar her yerdedir, her andadır. Sözcüğün içinde, anlamın kenarında, doğasında, dilbilgisinin ayrıntısındadır. (Tanrım deliriyorum).” diyor Ayfer Tunç, Yeşil Peri Gecesi’nde.
Hem Selçuk’un neleri kimleri okuduğunu öğreniyoruz bu alıntılarda, hem de okurlara yazar seçme konusunda ışık tutuyor. Okumaya yeni başlayanlar için müthiş bir yol haritası.
***
İnsanın kendisi için yaptığı çok az şey vardır. Selçuk’un kitaplarını önce kendisi için yaptığını düşünüyorum. İçi dışına çıkana kadar yazanlarla, içi dışına çıkana kadar çizenler bir arada bu kitapta. Bu kitap Selçuk’tan çıktı ve yine Selçuk’a dönecek.
Zekâ iskelesi kurmuş yazıyla, yazarlarla desenler arasına. O iskeleden boyuyor kağıtları. Fikir ameleliği yapıyor. Ayna gösteriyor bize. Sanatın aynası bu kitapla yüzümüze düşüyor, çünkü her şey “yazarların yüzünden”…
*Bütün alıntıları aktaran Selçuk Demirel. Bu alıntıların bir kısmını yazıya aldım çünkü kitap onlarla bütünleniyor.
Tarhan Gürhan – edebiyathaber.net (31 Mayıs 2017)