Korkma İnsancık Korkma, Turgut Özakman’ın ilk romanı. Özakman ismi, Şu Çılgın Türkler ile ve daha sonrasında tarihsel kitaplarla o kadar özdeşleşti ki, Korkma İnsancık Korkma’ya da tarihsel bir roman, özellikle de cumhuriyet tarihine dair bir roman okuyacağımı tahmin ederek başladım. Diğer yandan arka kapak yazısı ve kapakta yer alan Klimt resmi bu düşüncemle tamamen çelişen bir görüntü veriyordu. Ancak ilk 50 sayfadan sonra ikna olabildim; roman bir aşk romanıydı, hem de o kadar sıra dışı, o kadar tartışmaya açık, okuru sonsuz bir gelgite sürükleyen, hatta birçok okuru rahatsız edebilecek bir tutkunun romanı.
Hem dünya hem Türk edebiyatında yaşlı adamlarla çocuk denecek yaştaki kızların aşklarını anlatan birçok ünlü roman var. Aklıma ilk başta Marquez’in Benim Hüzünlü Orospularım’ı, Nabokov’un Lolita’sı geliyor. Her iki romanda da, güçlünün güçsüz üzerindeki sömürüsünün bu kadar başarılı biçimde doğal ve kabul edilebilir hale getirilişinden, normalleştirilmesinden çok rahatsız olmuş, bu kadar ünlü, tartışılır ve kabul edilir olmalarını edebiyattaki eril hakimiyete bağlamıştım. Ve hep merak etmiştim; yetişkin bir kadınla çocuk yaşta bir erkeğin aşkına dair bir roman var mı?
Dünya edebiyatında örnekleri vardır ama bu konuda benim karşıma çıkan ilk örnek Korkma İnsancık Korkma. Turgut Özakman, sadece romanın konusu ile değil, bu konuya yaklaşımı, kurgusu ve anlatıcı olarak romanın ana kahramanı olan çocuğu tercih etmesi ile de çok şaşırttı beni. Her yönü ile başarılı bir roman ortaya çıkardığını ve bu kadar tartışmalı, içinden çıkılması zor bir insanlık durumunu çok iyi ifade ettiğini düşünüyorum.
Romanın ana kahramanı çocuğun bir adı yok. Zaman, Cumhuriyet’in ilan edilmesinden önceki ve sonraki dönem. Kahramanımız daha doğmadan babası savaşta şehit düşüyor. Annesi ise o daha bebekken hastalanıp ölüyor. Babaanne ve dedesinin evinde büyüyor. Baba tarafı Balkanlardan göç etmiş köy kökenli bir aile. Anne ise İstanbul’un zengin ve köklü ailelerinden birinin kızı. Okul çağına geldiğinde, muhtemelen 6-7 yaşları, anneanne ve ailesinin yaşadığı konakta da kalması isteniyor. İşte her şey böyle başlıyor. Annesi gibi vefat etmiş dayısının dul kalmış eşi Yunanlı gelin Tiya Eleni ile yani Eleni teyzesi ile böyle tanışıyor çocuk kahramanımız. Eleni o sırada 22 yaşlarında. O günden sonra yaşamı babaannenin mütevazı evi ile anneanne ve kalabalık ailesinin konağı arasında geçen kahramanımız Tiya Eleni’de önce anne eksikliğini gidermeye çalışırken, zamanla ona tutkuyla bağlanıyor. Tiya Eleni için de önceleri kalabalık konaktaki yalnızlığına bir mucize gibi düşen bu küçük delikanlı, zamanla başka bir konuma evriliyor. Roman çocuk kahramanın 6-7 yaşlarından 16 yaşına kadar geçen dönemini anlatıyor.
Beni kitap kadar şaşırtan bir diğer konu, 8’inci baskısına ulaşan kitabın sessiz sedasız yoluna devam ediyor oluşu. Oysa böyle bir konuda yazılmış bir Türk romanı olarak, hele de Turgut Özakman imzalı olunca yer yerinden oynar diye düşünmüştüm. Ayrıca roman, Turgut Özakman’ın oyun yazarlığının etkisi ile olsa gerek, bir film olabilecek kadar iyi kurgulanmış. Okurken tüm sahneleri, karakterleri, diyalogları gözünüzde canlandırabiliyorsunuz. Kitap, film yönetmenlerinin ilgisinden de mahrum kalmış. Sanırım başka dilde hiç çevirisi yapılmamış. Yapılsaydı yabancı yönetmenler film yapılması için ilgilenirdi diye düşünüyorum. Ve tahminimce roman bugün çok başka bir konumda olurdu.
Romanda beni çok etkileyen birçok yön var. Öncelikle ilkokul çağında bir çocuğun, çocukluktan ergenliğe geçişine kadar olan süreçte yaşadıklarını çocuğun kendi bakış açısı ile, kendi dili ile okura yansıtışı çok başarılı. Özakman, çocuk kahramanın toplum ve ailelerin son derece ikiyüzlü ahlak anlayışı ile bu aşkın ya da tutkunun içine nasıl sürüklendiğini adım adım anlatırken, alt metinde oldukça sert bir toplum eleştirisi getiriyor. Roman boyunca kadının toplumdaki yeri de sorgulanıyor.
Özakman’ın romanda yansıtmaya çalıştığı toplum eleştirisi sadece kadın ve erkeğe, ilişkilere, aile yapısına dair değil. Çocuk kahramanın içinden geçtiği sarsıntılı süreçte, Türkiye’de imparatorluktan cumhuriyete doğru yol alıyor. Yeni kurulacak cumhuriyet sancılı bir mücadele verirken, anneanne ve ailesinin yaşadığı konak bir paşa konağıdır ve ülkenin içinden geçtiği yangından, Anadolu’da yoksulluk ve düşmana karşı mücadele veren halktan bihaber sefahat içinde bir yaşam sürdürmektedir. Cumhuriyet’in kuruluşu ile konağın düzeni bozulur. Özakman, romanın ana konusuna paralel olarak cumhuriyetin kuruluş dönemindeki Türkiye fotoğrafına da yer vererek, çok yönlü bir toplum eleştirisi yapar.
Cinsellik, hikâye ve romanlarda, kurgunun vazgeçilmez bir parçası olarak değil de sos olarak kullanıldığında, evet belki çok daha fazla okurun ilgisini çekiyor, belki kitapların çoksatar listelerinde yer almasına yarayabiliyor, ama edebiyata hiçbir sos yakışmıyor, edebiyatın tadı bozuluyor. Korkma İnsancık Korkma, cinsellik konusunda pek çok okuru rahatsız edebilecek bölümlerine rağmen, sadece edebiyat vaat ediyor.
Dünyanın her yerinde toplumlar, aileler, insanlar, içinden çıkamadıkları, karşı koyamadıkları, çözüm bulamadıkları konu ve olayları görmezden gelirler, yok sayarlar. Kangrene dönüşene kadar kimse dokunmaz o kaçınılası bölgeye, sonra da en acımasız şekilde kesip atılır. Bu davranış biçiminin bedelini en fazla ödeyenler hep çocuklar oluyor maalesef. Turgut Özakman kapı arkasına itilen, görmezden duymazdan gelinen bir insanlık durumunu görünür ve tartışılır hale getirmiş. Bunun için de edebiyatı en iyi biçimiyle kullanmış; kimseyi kırmadan, incitmeden, suçlamadan, yargılamadan. Her bir karakteri anlamaya çalışmış, okuru da bu anlama sürecine davet etmiş.
Turgut Özakman’ın anısına saygı ile…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (2 Haziran 2017)