Bir ülkeyi gerçekten tanımak istiyorsak o ülkenin çocuklarına, çocuk masallarına, çocuk şarkılarına bakmak yeterli.
Bir ülke kendi çocuklarına ne verdiyse çocukların yüzünden de o yansır kuşkusuz.
O yansımada dile gelen pek çok duyguyla karşılaşabiliriz: kaygı, korku, umursamazlık, umut, coşku, sevinç…
Bir çocuğun yüzünde o ülkenin yaralarını görebiliriz. Çünkü bazen ülkenin yarası çocuğun, çocuğun yarası ise ülkenin oluverir.
Bir ülkenin iyileştiğini de en iyi çocukların gülümsemesinden anlarsınız.
Bir ülkeyi tam anlamıyla size gezdirecek yegâne rehberler çocuklardır.
Şimdi sizleri bu yazı vesilesiyle iki çocukla tanıştırmak istiyorum. Dani ve Mamo.
Dani zengin bir ailenin çocuğu. Babası kısa süre önce sona ermiş olan iç savaşta orduda görev almış asker eskisi otoriter bir adam. Acımasızlığıyla tanındığı ticaret hayatında başarılı ve zengin olmuş. Annesi şefkatli ve anlayışlı biri olmakla birlikte pençesine düştüğü ölümcül bir hastalıkla boğuşmakta. Nitekim romanın başlarında tedavi için İngiltere’ye giderek Dani’yi korkunç babasıyla baş başa bırakıyor. Dani hiçbir konuda babasını memnun etmeyi beceremiyor. Ne derslerinde başarılı, ne sporda ne arkadaşlık ilişkilerinde. Babasına göre tek yaptığı “şımarık bir zengin çocuğu” gibi tembellik etmek, hayaller kurmak ve hikâyeler uydurmak. Nitekim Dani annesinin yokluğunda babasının artan baskısına dayanamayarak evden kaçıyor.
Mamo’nun ise gidecek bir evi yok. O babasını hatırlamıyor bile. Addis Ababa’nın varoşlarında, ev demeye bin şahit isteyecek bir barakada annesi ve ablasıyla hayatta kalmaya çalışıyorlar. Derken bir gün Mamo’nun annesi ölüyor ve ablasıyla birlikte beş parasız ortada kalıyorlar. Ablasının iş aramaya gittiği bir gün Mamo’nun dayısı olduğunu söyleyen bir adam çıkageliyor. Bir iş bulma vaadiyle Mamo’yu kandırıp şehir dışına çıkarıyor. Mamo böylece bir insan tacirinin eline düşüyor.
Mamo ve Dani’nin en önemli ortak özellikleri çocuk ve kaçak olmaları… Biri babasından diğeri ise bir insan tacirinden kaçıyor. Bizleri de elimizden tutup hem iç dünyalarına hem de başka bir kıtaya, Afrika’ya, Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’ya doğru yolculuğa çıkarıyorlar. Şimdiden uyarmalıyım; bu hiç de kolay bir yolculuk değil. Çünkü tahmin edebileceğiniz üzere sokakta, hele de bir çocuk olarak hayatta kalmak kolay bir şey değil. Üstüne, bambaşka ortamlardan geliyor, bambaşka zorluklarla mücadele ediyorlar. Bir şekilde yolları kesiştiğinde ise yetişkinlerin hoyratlığına, dış dünyanın acımasızlığa karşı birbirlerine yoldaş olup hayata tutunmaya çalışıyorlar.
Bizler de Dani ile Mamo’nun birey olma ve hayatta kalma mücadelelerine eşlik ediyor; dayanışma, empati, cesaret, dostluk gibi kavramlara bu iki çocuğun gözünden tekrar bakıyor, bildiğimizi sandığımız birçok kavramı yeniden sorgulamaya başlıyoruz.
Elizabeth Laird Çöplük Kralı’nı Etiyopya’da yaşadığı sırada tanıştığı bir grup sokak çocuğunun hayatından ilham alarak, büyük ölçüde gerçeklere dayanarak kaleme almış. Bu sokak çocuklarıyla dostluk kurmuş, onların kaldığı yeri görmüş, köpekleriyle tanışmış. Belki bunun da etkisiyle kitap boyunca yazarın sinematografik bakışına hayran kalmamak mümkün değil. Yaptığı ayrıntılı tasvirler ve psikolojik betimlemeleriyle âdeta Etiyopya’da tekinsiz sokaklarında dolaşıyor, bir yandan injera* yiyip, öte yandan başınıza her an bir şey gelme korkusu yaşıyorsunuz. Karakterlerin yaşadığı haksızlıklara, zorluklara, heyecanlara, sevinçlere ortak oluyorsunuz.
Çöplük Kralı başarılı kurgusu, sürükleyici anlatımıyla pek çok ödüle layık görülmüş. Elizabeth Laird, Üçüncü Dünya ülkelerinin göz ardı edilen gerçekliğini ve bu ülkelerde yaşayan çocukların tüyler ürperten sorunlarını başarıyla ortaya sermiş. Yazarın dünyanın farklı bölgelerinde farklı sorunlarla mücadele eden çocukların hayatını konu alan başka kitapları da var. Keşke onları da Türkçede okuyabilsek diyerek güzel bir dilekle bitirelim yazımızı.
* Etiyopyalıların tüm öğünlerde ekmek yerine yediği bir tür akıtma ya da krep.
Tuğçe Isıyel – edebiyathaber.net (27 Eylül 2017)