Hüseyin Kıran’ın ilk şiir kitabı Madde Kara 2004’de Metis Yayınları’nca basılmıştı, Sel Yayınları 2017’de Madde Kara’yı yeniden yayımladı. Üstelik boyutu, baskısı, kapağı, kağıt kalitesi ile albenisi oldukça yüksek bir biçimde ve her birine numaralar vererek; bu yazıya kaynaklık eden 0594 numaralı nüsha, 0595 kimin elinde acaba? Bunlar bir kitap için önemli özellikler midir ve bahsetmeye değer mi denilebilir. Bu soruya yanıt ararken, yıllardan beri kötü kağıtlara özensizce basılmış, editörlük çalışmasından geçmemiş pek çok kitap okumuş biri olarak diyorum ki; elbette kitabı değerli kılan onun içeriğidir, bunu kimse yadsıyamaz. Ancak şöyle de bir durum var; yıllarca çalıştığı öyküleri geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir yazar dostum, kitabının çok kötü bir kağıda basıldığını, okurun yerinde olsa, kendi kitabını asla satın almayacağını söylerken üzgün ve yayınevine öfkeliydi haklı olarak. Yazar ya da şairin özen beklemesinin burjuva istekler olduğuna ve bizlere yakışmadığına mı ikna edildik yoksa kötüye mi alıştırıldık emin değilim ama bu konunun üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum. Sel’den çıkan edisyonu görenler ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktır kuşkusuz.
Madde Kara’yı özel kılan ve ilgi görmesini sağlayan elbette kapağı değil. Neye basılmış olsa alıp okuyacaktı Hüseyin Kıran’a aşina okur. Madde Kara adı ile ayrıksıdır ilkin; madde adına uygarlık denilen bu çağı imlerken kara bu uygarlığın barındırdığı vahşete denk düşer. Hüseyin Kıran, insanlara yitirdiklerini anımsatırken, bir takım kolaylıklar uğruna yeryüzünü ve insani olanı yok ederek sağlanan konforun, ödenen bedelin ve girişilen takasın iç yüzünü gösterir dizelerinde. Ayrıca şiirle yazılmış alternatif bir insanlık tarihi gibi okunabilir; insanın avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik yaşama geçişi, madenleri kullanmaya başlaması, kumaşlar dokuması, sanayi devrimi sonrasında yarattıklarına yeryüzünü ve kendini bir çırpıda kurban edişini buluruz Madde Kara’da.
Hüseyin Kıran şiirlerini okuyan herkesin fark ettiği gibi, öfke ve öfkenin bilenmesi kitaba hakim duygudur. Dil bu öfkeyi beslercesine sanrılı ve bilinçdışına yakındır, bir esriklik ânının dizginlenemez coşkusu kitabın genelinde sezilir, soluk soluğa okunur, bitince bir kez daha okuma arzusu uyanır. Yer yer karanlığa, yıkıcılığa yakın, hatta kötücül tınılara değen bu öfkenin nedenini anlamak zor olmasa gerek. İnsan gerçekten eşrefi mahlukat mıdır? Bunca zulmün, haksızlığın, kıyıcılığın arasında kan dökmeye doymayan, güce tapan, bencilliği ve hırsı yüzünden dünyayı bir cehenneme çeviren, doğayı tahrip eden, yeşili mezarlıklara süren insan mı eşrefi mahlukattır, yoksa ağaçlar ve hayvanlar mı?
yoğundur ağaç/ ağaçların büyürken çektiği zahmet/ bir ağaç vakur ve sakin/ çabalayarak der, Hüseyin Kıran. Ağaçların çektiği zahmetin ne kadarını kendini büyütmek için harcamıştır insan? Simone Beouvoir’ın “Kadın doğulmaz kadın olunur.” sözü, insan doğulmaz insan olunur, biçimine uyarlanabilir elbette. Kendine emek veren, kendini geliştiren, yeryüzünü ve diğer canlıları katletmeyendir insan, emek harcayan, itiraz edebilen, reddeden, dönüştürmek isteyendir. Taşın altına yuvalanmış böcekler gibi görmeden ve görünmeden, soru sormadan, yanıt aramadan, itiraz etmeden yaşayanlar, başkası için acı çekmenin ne olduğunu bilmeyenler, adına aile dediği cendereyi yaratan ve aslında yaratması gerektiğine, böyle olur dendiği için ikna oluverenler ve gözü başka bir şey görmeyenler, alternatif aramadan, herkesin geçtiği yolların daha güvenli olduğuna inanarak, kendi yolunu bulmaya çalışmadan, sinik, ürkek, alanı belli, gözü kapalı, gözünü açmaya çalışana tepkili olanlar… İşte onlara öfkelidir şair, belki biraz da kendine; gücü bu düzeni değiştirmeye yetmediğinden, yeterince insana sesini/öfkesini bulaştıramadığından.
Bu düzende köşe başlarını tutanlara, hayatlarımızın en kuytusuna göz dikmeye hakları ya da hadleri olduğunu zannedenlere, yeryüzünde nefes alacak özgür bir tek alan bırakmayanlara, zeka süsü verdikleri kurnazlıklarıyla geldikleri yerden nasıl yaşamamız gerektiği konusunda ahkam kesenleredir öfke.
Bıçağın kemiğe dayandığı yerden seslenir Hüseyin Kıran ve Nietcshe’nin Zerdüşt’üne komşu gibidir Madde Kara’dan esen rüzgarlar. Bazıları bu şiirlerde bir yalvaç ya da şaman bularak mistiğe uzanan yolu tarif etmişlerdir. yeni bir dinle geldim/ her yerdeyim gibi dizeler mistiğe yakın gibi görünse de göksel bir otoriteden medet beklenmez Madde Kara’da ve davalar mahşere ertelenmez. Kanımca şairin bahsettiği, ne yeni bir dindir ne de yalvaçlık iddiasındadır. azgın çatırtılar/ battal hayal/ imlâ hataları biriktiriyorum/ çentik atacak/üşenecek/tetik çekecek müridlerim der şair, bir devrimdir beklenen. İmlâ hataları biriktirir şair, sözcüklerdir namluya kurşun diye sürülen, sözcüklerin dönüştürücü gücüne inanır Hüseyin Kıran, edebiyata, şiire, yazıya inanır. İnsanların bu yolla değişebileceğine, en azından bunu denemek gerektiğine. İşte gelecek yeni din budur, etraf okurlarla genişleyecek, çoğalacaktır.
her düş incinebilir derken şair, düş kurmaya devam etmek gerektiğini de vurgular. Düşleri için savaşanlardan daima rahatsızlık duyulur, çünkü onlar huzuru kaçırır, oyunu bozar, safları dağıtır. Devrim uzak ve ütopik bir ihtimal dahi olsa ona sarılmaktan başka çarenin kalmadığı günümüzde, uyum ve huzur tabiatta, gürgenlerin sahip olduğu bilgide, sadelikte aranmalı, insan, teknolojinin ve sanayinin tahakkümünü kırarak, tabiatla ele ele vererek, özgürleşerek, yakındığı bu sistemi dönüştürmek için çabalamalıdır.
karavanları/ kafirleri/ iradi üremesini kürtlerin/ kelimeleri sevdim hiç yoktan der şair ve eldivenleri sevdiğini de ekler, çünkü onlar uyumlu, yumuk, tekin/ evli kadınlara benzerlerdi diye devam eder. Aşk ya da kadına pek rastlanmaz Madde Kara’nın genelinde, aşk bir çare ya da sarılacak anlam değildir ancak yine de bir özlem ya da tenin açlığı şeklinde zuhur eder sessizce. Evli kadınlarsa ne şairin sandığı kadar uyumludur ne de tekin. Belki de uyumlu ve tekin görünmek zorunda bırakılmışlardır.
Şirvan Erciyes – edebiyathaber.net (16 Kasım 2017)