Erhan Altan, Türkiye’nin ilk şiir kütüphanesine ev sahipliği yapan Nilüfer Belediyesi’nin Türkçe’de yayımlanmış şiir eleştirilerinin önemine dikkat çekmek ve Türk şiirine katkı sunmak amacıyla bu yıl ilk kez düzenlediği Mehmet H. Doğan Ödülü’ne “Bu Gece Neden Uyuyamıyorum Evimdeki Yatağımda” adlı eseriyle lâyık görülmüştü. Viyana ve İstanbul’da yaşayan, şiir eleştirmeni, çevirmen ve deneme yazarı Altan’ı kapsamlı şiir yorumlarıyla tanıyor şiir severler. İki şehir, iki ülke ve iki dil arasında bir şiir elçisi gibi yaşayan bir yazar. Şiir üzerine yazdığı kitaplara bu ay bir yenisi eklendi: Zugunruhe. Etkilendiği ve sevdiği Viyanalı şairler ve şiirleri üzerine hazırladığı, içerisinde Altan’ın söyleşi ve yorumlarının da yer aldığı bir kitap.
Zugunruhe, adını göçmen kuşlarda göç öncesinde görülen olağandışı davranışlardan alıyor. Kitabın önsözünde “Bir dünyadan ötekine geçişin kaçınılmaz, istem dışı ama yön gösterici huzursuzluğu, göç huzursuzluğudur, Zugunruhe.” diyor Erhan Altan. Yirmi yıl önce tanıştığı Avusturya şiiri ile hayatının bambaşka bir döneme girmesi ve bu süreçte kendinde tanık olduğu değişim ve dönüşümün Zugunruhe’yi işaret etmesi ile kitabına da isim oluyor Zugunruhe.
Erhan Altan yirmi yıl önce adına Zugunruhe dediği huzursuzlukla nasıl yaşamının başka bir dönemine geçiş yaptı ise, bir bakıma bu kitabı ile okurunu da bu huzursuzluğa davet ediyor.
Şiir, sanat ve edebiyatın tüm alanları gibi, özel bir alan; şiirin her okurla özel bir etkileşimi ve bu etkileşimden doğan anlamları var. Yani her şiirin okuru kadar anlamı/yorumu var aslında. Her okur şiirin dehlizlerinde kendisinin, şairin ve söylemek istediklerinin, şiirin konusu olan şeylerin izini sürüyor. Bazen bildikleri ile karşılaştığı için, bazen de hiç bilmediği yerlerde kendini bulduğu için büyüleniyor şiirden. Şiirle etkileşim süreci çoğu zaman o kadar okura özel bir alan yaratıyor ki, o büyüyü/alanı ifade etmek pek de kolay olmuyor.
Altan’ın şiir yorumları, işte o anlatılamayanı anlatıyor diyebilirim. Elbette bu yorumlar da Altan’ın yaşamı ve birikimlerinden, uzun yıllardır sürdürdüğü şiirle olan yolculuğundan, onun “zugunruhe” sürecinden doğan metinler. Ama bu metinler, şiirin kendisinde olduğu gibi, Erhan Altan’ın içine daldığı dehlizlere davet ediyor okuru. Bu yorumlarda şiirin kapsamlı bir irdelemesi kadar, Erhan Altan’ın “zugunruhe”sinden damıtılmış kavram ve olgular da yer alıyor. Bu yönü ile Altan, kitabın şairlerinden biri gibi bu kitapta yer verdiği şairlerin arasına katılıyor, kitabın şairleri kadar kitabın bir parçası oluyor.
Kitapta yer alan şairlerden Ferdinand Schmatz ile yapılan söyleşide Schmatz’ın kendi şiiri ve Altan’ın yorumu için söyledikleri aynı zamanda şiir okurunun şiirle nasıl bir ilişki içinde olabileceğini de ifade ediyor: “Tabii ki onları ben üretiyorum, kaçınılmaz bir biçimde. Ama sen de okur olarak beni bir daha üretiyorsun, bunda da çok güçlüsün.”
Zugunruhe, Avusturya deneysel şiiri ile tanışmak için iyi bir fırsat. Şiirlerin tamamının çevirisi, Avusturya deneysel şiirine olduğu kadar kitapta yer alan şairlerin yaşam hikayelerine ve şiir süreçlerine de hâkim Erhan Altan tarafından yapılmış. Altan’ın her bir şiir için yaptığı yorum bölümleri, o şiirin Avusturya deneysel şiiri içindeki yeri, şairin yaşamdaki ve şiirdeki duruşu ile ilişkisini de içeriyor. Altan’ın şairlerle yaptığı kısa söyleşiler ve özgeçmişleri de eklenince şiirlerle kapsamlı bir etkileşime geçiyoruz.
Ancak Zugunruhe kolay tüketilir bir kitap değil. Evet, yorumlar, söyleşiler şiire baktığımız pencerenin açısını genişlettikçe genişletiyor, ama bu durum okurun işini kolaylaştırmıyor, okuru bir “zugunruhe” sürecinin içine çekiyor. Şiirin teknik ve biçimsel yorumları bazen anlama sürecini iyice içinden çıkılmaz bir noktaya getirse de okurun vardığı/varabileceği noktalar her şeye değiyor…
Zugunruhe’de yer alan şairlerin çoğu, II. Dünya Savaşı sonrası çağdaş Avusturya şiirinin miladı olan Viyana Grubu’nun şairleri. Daha genç olan şairler de bu grubun mirasını sürdürenler. Kitapta yer alan şiirlerde savaşın şiiri nasıl etkilediğine tanık oluyoruz. Altan’ın açıklamalarının da katkısı ile, savaşın dehşeti, verdiği ruhsal hasarın boyutu şiirden okura geçiyor. Kitapta yer alan şiirler bu yönleri ile sarsıcı…
Zugunruhe’nin şiirlerinin konuları Avusturya’nın geçirdiği tarihi deneyimlerin etkilerinden ortaya çıksa da evrensel, kaçınılmaz insanlık halleri… Bunlardan biri “arada olma hali”. “Şiirin kendisini de bir ‘ara’ olarak görebiliriz”, diyen Erhan Altan, Ernst Jandl’ın “bir sözcük ve bir sözcük – öyle yanyana” isimli şiirine yaptığı yorumda şöyle diyor:
“Hayatı algılayışımız da böyledir, bir aradalık halidir. Dolulukla boşluk arasında seyreder, her ikisi de devamlı yitirilir. Doluluk aranır doluluktan kaçılır, boşluğa kaçıp boşluktan kaçılır. Tek yitirilmeyen, aradalık halidir. İstanbul’la Viyana, Almancayla Türkçe, işle aile, hayallerle gerçeklik, akılla inanç, çikolatalı pastayla çilekli dondurma vs. arasında kalırız. Hep arada kalırız, ama asıl arada kalmadığımızda arada kalırız çünkü arada kalmamak ilişkisizlik demektir, ilişki olmadığında biz de olamayız.”
Kitap boyunca hem Avusturya deneysel şiirine hem de kitaba dair dikkatimi çeken bir şey oldu: on beş dosyadan oluşan kitapta neden sadece iki kadın şaire yer verilmiş olması? Kitaptaki iki kadın şair Elfriede Gerstl ve Ann Cotten ile ilgili bölümlerde bu konuya dair söylenen birkaç cümleden anladığım kadarı ile, Avusturya deneysel şiirinde de erkek egemen bir durum söz konusu. Elfriede Gerstl ve Ann Cotten’in şiirlerinden özellikle çok etkilendiğimden, dilerim Erhan Altan’ın gelecek planları içinde Viyanalı kadın şairlere dair bir çalışma da kendine yer bulur.
Elfriede Gerstl’in “aklıma hoş gelen konuklar” şiirinde, “olanaksızlık” kavramı üzerinde durmuş Erhan Altan. Altan’ın aşağıdaki cümlesi, Gerstl’in şiirini başka bir boyuta taşıyor benim için ve şiirin dehlizlerinde kaybolmayı dilememe neden oluyor:
“Ölüm, ölümün getirdiği yitim, hele hele de bunun nasıl gerçekleştiğinin kabulü bir olanaksızlıktır, dünya bir olanaksızlıktır.”
Şiir, bir yandan yaşamın ve insanın çıkmazını dile getirirken, çıkış yollarını da içinde barındırıyor. Kitaptaki söyleşisinde Franz Josef Czernin’in dediği gibi:
“Belki de her şey bıçak sırtında, uçurumun kenarında duruyor, şiirler ama uçurumları en azından fark ettirebilirler. Belki de bunu yapmaları gerekiyor.
Şiirde belki de varoluşumuzun başka türlü ulaşılamayacak katmanlarını açığa çıkarmak gerekiyor.”
Uçurumları fark etmeden yaşamak bu kadar kolayken, şiiri ve huzursuzluğu seçmenin ne gereği var?! Şiir en çok da bu nedenle cesaret gerektiren bir alan olmalı… Marquez’in dediği gibi, dünyanın güzel olacağına inanmıyorum ama inanmak istiyorum ben de. O nasıl inanmak istediği için yazıyorsa, şiir de inanmak isteyenler için var olmalı. Ve madem şiir var, bir gün insanlığın uçurumları fark ettiği o yerde buluşmasını diliyorum yeni bir yıla girerken.
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (18 Aralık 2017)