Söyleşi: Abdullah Ezik
Orkide Ünsür, “Türk Korku Edebiyatı” için oldukça önemli bir eser olan Karanlık Yılbaşı Öyküleri: Aralıktan Sızan Karanlık adlı çalışmasını yayımladı. Bir antoloji olan bu kitapla birlikte türe olan ilgi giderek artacağa benziyor. Korku edebiyatı ve antoloji üzerine Orkide Ünsür ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Kitap bir konsept olarak özellikle ilgi çekici. “Karanlık”la iç içe geçen bir yılbaşı fikri. Aslında yılbaşından beklenen şeylere taban tabana zıt. Bu fikrin gelişim süreci nedir?
Teşekkürler… Evet, konsepti ilginç kılan en önemli unsurlardan biri de fikirdeki bu zıtlık ve gotik tat zaten.
Özel günlere ve dolayısıyla yılbaşı gecelerine karşı kişisel bir takıntım var herhâlde çünkü yazdığım hikâyeler daha ziyade böyle günleri kapsıyor. Mesela ilk kitabım olan Lâmia-Kan Bağı adlı gotik romanın açılış sahnesi de 31 Aralık 1895’te, bir yılbaşı balosunda geçiyordu.
Yılbaşı gecesi neredeyse herkes eğlenmeye çalışır, hatta eğlenmek, mutlu olmak için üzerinde bir baskı, bir zorunluluk hisseder. İnsan farkında olmadan gerilir fakat bu dile getirilen, sözcüklerle ifade edilen bir durum değildir aslında. Böyle özel günlerin kimi insanlar için huzursuzluk kaynağına hatta mutsuzluk yaratan bir atmosfere dönüştüğünü de gözlemlemişimdir.
Planlar, programlar yapılır, ertesi gün için bir hayatı sıfırlama kaygısı yaşanır. Oysa işler umulandan farkı gelişebilir. Tüm o yılbaşı telaşı ve hazırlıklarından, konfetilerle süslü o pırıltılı gecenin aralığından ve aralık ayının son saatlerinin arasından etrafa hiç de hesapta olmayan, dehşet verici bir karanlık sızabilir. Okuyucuları tedirgin ve huzursuz edecek olan da hissedecekleri bu duygu esasen… Yani bir nevî ayın karanlık yüzünü görecek olmaları…
Bu projenin doğuşunda iki konunun çok büyük önemi oldu. İlki, önceden yazmış olduğum tekinsiz, karanlık bir yılbaşı öyküsü; ikincisi ve belki de en önemlisi, Gerisi Hikâye ekibinin de dahil olduğu ve her ayın cuma günü düzenlenen, fantastik, korku, bilimkurgu yazarlarının ve sevenlerinin katıldığı Freyja toplantıları ve sosyal medya sayesinde tanıştığım, kimileriyle henüz yüz yüze tanışma fırsatını bulamadığım kalemi güçlü, yaratıcı, harika yazarların varlığı… Özlem Ertan, Mehmet Berk Yaltırık, Kubilayhan Yalçın, Demokan Atasoy, Gülbike Berkkam, Uğur Kılınç, Funda Özlem Şeran, Uğur Batı, Murat Baykan, Işın Beril Tetik, Alper Kaya, ve Galip Dursun olmasa bu kitap da olmazdı.
İstanbul’da -çoğu özel günlerde- geçen, karanlık öykülerden oluşan ve 2016’da tamamladığım “Lâl Uyanış-Film Tadındaki Bazı Karanlık Öyküler” adını verdiğim bir dizi öyküm vardı. Bunlardan “Aşk Büyüsü” ve “Dönüş” adlı öykülerim, seasonal gothic olarak adlandırılabilecek iki kitabımızın (Aşkın Karanlık Yüzü ve Karanlık Yılbaşı Öyküleri-Aralıktan Sızan Karanlık) da konseptini, projelerimizin çıkış noktasını oluşturan öyküler. Bir diğer öyküm de başta Işın Beril Tetik olmak üzere ekibimizdeki tüm kadın yazarların arzusu olan, beraberce yapmayı kararlaştırdığımız ve hâlihazırda yazım aşaması tamamlanmış olan kadın yazarlardan karanlık öyküler projemizin konseptini oluşturdu.
Böyle bir kitap derlerken aklınızdan tam olarak ne geçiyordu, tasarılarınız nelerdi? Onları gerçekleştirebildiğinizi düşünüyor musunuz?
“Karanlık Yılbaşı Öyküleri-Aralıktan Sızan Karanlık”, Türkiye’de daha önce yayımlanmamış konseptte, özel bir kitap çalışması. Yapılmamış şeyleri yapmak beni daima heyecanlandırır ve motive eder. Yazar arkadaşlarım için de geçerlidir bu duygular mutlaka… Öykülerimizi sunduğumuz Bilgi Yayınevi bizim bu heyecanımıza ortak oldu, projemizi destekledi ve birlikte çok güzel bir yola çıktık. Bu vesileyle kendilerine tekrar teşekkür etmek isterim.
Yazar arkadaşlarımla ve onlarla yaptığımız çalışmalarımızla gurur duyuyorum, birlikte üretim yapıp Türk Korku Edebiyatı’na yeni eserler kazandırmak mutluluk verici…İlk hedefim buydu zaten.
Antolojik nitelikli çalışmamızın pek çok açıdan okuyucuya ilginç geleceğini, onların dikkatini çekeceğini ve sevdikleri, önceki çalışmalarını takip ettikleri yazarların farklı yazarlarla birlikte yer alacağı böyle bir kitabı okumayı arzu edebileceklerini tahmin ediyordum. Nitekim kitap raflara henüz girmesine rağmen çevremizden, okuyuculardan bizlere olumlu geri dönüşler gelmeye başladı. Bu tarz öykü kitaplarının daha fazla olmasını istiyorlar.
Tasarladığım, arzu ettiğim başka şeyler de var elbette. Örneğin başta İngilizce olmak üzere kitabımızın yabancı dillere çevrilmesi ve içindeki öykülerin tümünün ya da en azından bir kısmının sinematografik olarak yerini bulması, beyaz perdede veya dizi film olarak izleyicilerin beğenisine sunulması, sadece lokal bazda kalmayarak ülke dışına açılması gibi… Dilerim böyle çalışmalar da zaman içinde gerçekleşir. İlk kitabım Lâmia-Kan Bağı romanı dahil olmak üzere, ürettiğim her projede bunları hedeflemiş, göz önüne almışımdır, bundan sonraki çalışmalarım için de her zaman böyle olacak ama bireysel olarak yani tek başıma halledebileceğim konular değil tabii bunlar.
Eserdeki yazarlara baktığımızda genç ve dinamik bir kadro görüyoruz. Bu da kitabın ritmini öne çıkarıyor. Bu ekip oluşurken dikkat ettiğiniz öncelikli “şey”(ler) ne(ler)dir?
Aramızda çok genç arkadaşlarımız da var elbette ama burada yaştan ziyade kişisel dinamizm, ekip ruhu, ritmik uyum, ortak heyecan ve motivasyon önemli. Biz aynı zamanda arkadaşız da. Aslında çoğumuzun karakteri, background’u, tarzı farklı ama hayata dair temel birkaç noktada çoğumuzun ortak bir duruşu var ve bizim yollarımızı kesiştiren, buluşturan en önemli unsur, öncelikle sevdiğimiz, üretim yaptığımız janr. Korku edebiyatı -kendi içinde renkli bir skalada olsa dahi- spesifik bir alan ve ülkemizdeki yazar sayısı pek fazla değil. Tabii bu kolektif çalışmalarda benim için başka önemli hususlar da var. Hem birbirine hem de ortaya konan eserlere destek olup sahip çıkmayı başarabilen, kalemi güçlü, yaratıcı ve üretken yazarlarla, karşılıklı sevgi-saygı çerçevesinde ilişki sürdürebilmek ve beraberce ileriye doğru yol alabilmek…İşte bu sihirli formülü tutturabilmek işin püf noktası ve belki de en zor yanlarından biri zaten.
Kitabı derlemekle beraber bir öykünün de sahibisiniz. Hem yazar hem de derleyen olmak nasıl bir his?
Bu çok mutluluk ve gurur verici, aynı zamanda da ilginç bir his aslında. Böyle bir pozisyonun ufak tefek zorlukları olabilir ama bence artıları daha çok. Çünkü yazar olduğum için arkadaşlarımın duygularını, yaratıcı zekâlarını, eserlerine nasıl baktıklarını çok daha rahat anlayabiliyor, onlarla daha fazla empati kurabiliyorum. Kendilerine ufak çaplı bir editörlük desteği vermeye çalışıyor, fikirlerimi söylüyor, önerilerimi sunuyorum ama asıl işi elbette yayınevi editörüne bırakıyoruz çünkü böylesi hem daha doğru ve güvenilir hem de bizlerin birbiriyle ilişkisi açısından daha sağlıklı.
Bir yazar olarak diğer yazarların öykülerine bakış açınız nedir? Onları nasıl yorumluyorsunuz?
Gerek bireysel çalışmalarım gerekse antolojik çalışmalarımız açısından, aynı türde kalem oynattığımız yazarları bir rakip olarak değil, değerli bir korkudaş olarak görüyorum ben, bakış açım bu şekilde. Özellikle de bizim kitabımızda emeği geçen her yazarın nev’i şahsına münhasır olduğu, her birinin kendi tarzında çok özel ve güzel eserler verdiği kanaatindeyim. Yazdıkları öyküyü ilk okuduğum andan itibaren hem kendi adıma hem de onlar adına heyecanlanıyor, eserlerinin güzelliğiyle onlara sadece bir okur olarak değil bir yazar olarak da tekrar hayran oluyorum. Tabii bir yandan objektif bakış açımı da korumaya çalışıyorum.
“Korku” elbette insanın temelinde var olan önemli duygulardan, ancak 21.yüzyılda sanki özel bir yeri de var, hele ki içinde olduğumuz kaotik atmosferde. Korkunun bunca yer etmesinin günümüzün şartlarıyla bir ilişkisi olabilir mi? Çağla duygular arasında bir bağ kuruyor musunuz?
Evet, dediğiniz gibi korku, insanın en temel duygularından biri ve aslında korku insanoğlunun dünya üzerinde geçirdiği her günün, dolayısıyla her çağın atmosferinde mevcut; sadece türü, yoğunluğu, niteliği değişebiliyor. Dün ormandaki hayvanların saldırısına uğramaktan korkan mağara adamı, bugün biyolojik silahlardan, nükleer santrallerden, çevre kirliliğinden, genetiğiyle oynanmış yiyeceklerden korkuyor. Yarın da robotların dünyayı ele geçirmesinden, gezegenler arası savaştan korkacaktır. Bazı dönemlerde korku duygusunun daha yoğun hissedilmesi ise dönemin politik atmosferiyle, savaşlarla, yönetimlerle çok yakından ilgili olabiliyor. Dolayısıyla bu edebiyata da yansıyor. Gotiğin temelinde yatan düalite kavramına; iyi-kötü, umut-umutsuzluk, aydınlık-karanlık gibi ikilemlere bakacak olursak gotik edebiyatın en verimli döneminin ise aydınlanma çağına, Fransız Devrimi ve sonrasına rastladığını görebiliriz.
Bence korku edebiyatı tıpkı korku sineması gibi katmanı bol, zengin bir tür. Her yazar kendi tarzında çok farklı eserlerle kendini ifade edebilir ve her okuyucu kendi bakışı ve görüşleri doğrultusunda aynı eserden farklı tatlar alabilir. Belki bir bibliyofil, herhangi bir kurt adam hikâyesinde ilginç politik, psikolojik ve cinsel alt metinler keşfedebilir.
Kitap boyunca farklı yazarların kaleminden çıkmış olmasına rağmen hissedilen gerilim ortak bir atmosferi doğuruyor. Bu atmosferin okurda uyandırdığı tedirginlik sanırım kitabın da amaçlarından olsa gerek. Okuru tedirgin etmek, onu gölgeye çekmek ve ışığı kısmak; tüm bunlar sizde hangi düşünceyi uyandırıyor?
Bu öyküleri yazarken özellikle korku-gerilim-fantastik-gizem temalarına ilgi duyan okuyucuyu -sizin de belirtmiş olduğunuz gibi- tedirgin hissettirebilmek; onu rahatsız ederken aynı zamanda gizli bir haz almasını, heyecan duymasını arzulamak gibi amaçlarımız var elbette. Okuyucuyu insan ruhunun karanlık dehlizlerinde gezdirirken onun olaylara, varlıklara ve çevresine daha farklı ve dikkatli bir gözle bakmasını, dolayısıyla korkarken bir yandan da korkularıyla yüzleşmesini, korkularına meydan okumasını sağlayabilmek, tüm bunları ve daha fazlasını aynı tema etrafında dönen, ayrı kalemlerden çıkan, ayrı tarz ve tattaki karanlık öykülerle yapabilmek… İşin en heyecan verici yanlarından biri de bu bana göre.
Bu genç ve dinamik kadroyla beraber başka projeler, başka konseptler gerçekleşecek mi? Bir okur olarak farklı yazarları ortak bir konu etrafında toplamanın iyi bir fikir olduğunu düşünüyorum. Özellikle Murathan Mungan bu açıdan birçok örnek verdi. Bunlar ilginç denemelere de yol açtı. Sizin de tasarladığınız bir başka düşünceniz/projeniz var mı acaba?
Proje ve konsept üretmeyi seven biriyim, dolayısıyla her zaman yeni fikirlerim olabiliyor. Antolojik kitap çalışması özelinde konuşacak olursak; 2018’de yayımlatmayı planladığımız, kadın yazarlarla yürüttüğümüz ve yine okuyucuların beğenisini kazanacağını düşündüğümüz çok ilginç bir kitap çalışmamız var. 2019 yılında yayımlanmasını arzu ettiğim ayrı bir kitap projesi var. Bunu toplantılarımızda arkadaşlarımızla da paylaşmıştım. Ekiptekilerin durumlarına göre zamanda ve kişilerde bazı değişiklikler olabilir tabii. Okuyucudan gelen talepler doğrultusunda da şekillenebilecek, önümüzdeki yıllara yayılabilecek eserler olabilir. Bunların dışında, aramızdan ilginç projeler üreten arkadaşlarımız çıkarsa -ki Özlem Ertan’ın çok güzel bir önerisi oldu, geçenlerde yaptığımız bir toplantıda- bireysel çalışmalarımdan zamanım kaldığı ve programım elverdiği ölçüde ben de bu tip projelere katılmaya, yazar arkadaşlarıma ve antolojilerimize destek vermeye çalışırım.
Son olarak şunu ilâve etmek istiyorum; korku antolojisi türünde Gerisi Hikâye ekibi öncülüğünde yazılan ve üçüncüsünde benim de “Hasat” adlı öykümle yer aldığım Anadolu Korku Öyküleri serisini ayrıca tavsiye ederim okuyuculara.
Sizin özelinizde Edebiyat Haber ekibine ve tüm edebiyat tutkunlarına sağlıklı, neşeli, aydınlık günlerle dolu bir yeni yıl dilerim.
Abdullah Ezik – edebiyathaber.net (20 Aralık 2017)