Hayatın bize yaptığını yaparız bazen kitaplara -hele ki bu bir romansa- acımasızca ve hunharca okuruz onu. Tepinmediğimiz kalır üstünde. Bir an önce bitirmek için değil de bitmesin diye okuruz sanki. Sonsuzluğu onun içinde ararız. Her şeyini bilmek isteriz cümle cümle, kontrolümüzde gelişsin isteriz. Kurgusunu (gerçekliğini) avucumuzda tutmak isteriz. İşte böyle kitaplardan biri Gölge.
“Hileli zarın artık yeşerip mahsul vermeye başladığı zamanı anlatıyorum.”
Konusu tamamen soyut bir gerçeklikten oluşan modern bir masal izlenimi veriyor okuyana Gölge. Günümüzde yaşanan birçok olayın merkezindeki gölge özelliği, geçmişte bularak modern bir masalın içinde bize sunmuş İsmail Güzelsoy. Büyükler için yazdığı bu modern masalda adeta, gerçek tekerrür eder diyor okuyucusuna.
Hayatın isini pisini yakasından tutup ensesinden öptükten sonra yazmış. Kötülüğe yer yok hayatta diye bağırıyor kitap başından sonuna. Yeter ki hayatın ensesinden öpmeyi bil. Roman boyunca tek bir karakter bile kötülük yapmıyor. Hayatı ensesinden öpmeyi bilirseniz, bu kötülük sandıklarınızın birer hatadan ibaret olduğunu bilirsiniz diyor okuruna Gölge. Okuruna fark ettirmeden onu doğal sürükleyişi de cabası…
“Her insan bir bebeğin ölümüdür.”
Adı sayfalarına kadar söylenmeyen bir karakterin olgunlaşma sürecinin bebekliğinden başlıyor anlatmaya Gölge. Anlattıkça anlatıyor, mahyaların üstüne içine, sağına, soluna bir kez de karşına oturtuyor. Dostluktan, can dost olmaktan, arkadaşlıktan, aşktan ve hatalardan bahsediyor. Leylifer var bir de roman boyunca insanın içini sıcacık eden Leylifer. Kötülüğün olmadığı hayatta tek bir hata bile yapmıyor bu Leylifer. Şımarık oluyor, tutkulu oluyor belki (bakana göre) ama başından sonuna masumiyeti merkezine alan doğallığını kaybetmiyor. Samimi bir anlatımla ince ince her ayrıntıyı ustaca merkez fikre bağlıyor İsmail Güzelsoy. Hayvanlar hata yapmadığı için insan olamıyor, bilime duygular karışırsa hatalar büyüyor gibi bir sürü şey dedirtiyor insana. İnsanın merak ettiği şeylere ilgisinin bir ateş gibi hayatın rüzgârında söndüğüne tanık oluyorsunuz. Romanda bahsedilen zat ül harekeden, televizyon evine ilk geldiğinde hissettiklerini size aktaran akrabanızın söylediği o sözlere yolculuk yapıyorsunuz. Böyle bolca zaman yolculuğu dolu Gölge.
İfşaat adını verdiği ama gerçekten var olup olmadığını bilmediğim bu kitabın kurgusal gerçekliğinin önüne romanın yer yer fantastiğe kaçan kurgusu dikilmiş. Bu nedenle yer yer fantastiğe kaçan olaylar hiç yavan gelmiyor okuyana. Her karakter başkarakter gibi özene bezene kurgulanmış. Sokak betimlemelerinin uzun olması dışında kusursuz bir roman Gölge. Dili kuş tüyü gibi rahat ve akıcı. Gölge’ye büyüsünü veren, kitabın muazzam kurgusunun yanında, kullandığı dilin -içinde bulunduğu döneme uygun olarak- zor ve unutulmuş kelimeler içeriyor olması. Bu kelimeler okuyucuya, bileceksin ya da öğreneceksin der gibi kullanılmamış. Aksine, yazar doğal bir süreçle muazzam kurguya yedirmiş bu kelimeleri. Gölge’den alınacak nesnel tadın çıtası gerçekten çok ama çok yüksek. Okumak için, şu hayat içinde bir dakika yaşamış olmak yeter de artar bile.
Yazar, Gölge’yle yaşama araladığı kapıyı açık bırakıyor sonunda. İlmek ilmek mükemmelce işlediği kurgusal geçekliği bileğimize bağlıyor. Karakterlerinden birini okuyucunun ruhuna bahşediyor.
“Herkesin küsüp terk etiği bir şarkısı vardır, hayatı boyunca içinde taşır ve genelde fark etmez bile. Ta ki aynı şarkıyla perişan olan biriyle karşılaşana kadar.”
Mustafa Şanlı – edebiyathaber.net (27 Aralık 2017)