Söyleşi: Can Öktemer
Mevsim Yenice‘nin geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları’ndan çıkan Tekme Tokatlı Şehir Rehberi kitabı son zamanların en ilgi çekici öykü kitaplarının başında geliyor. Mevsim Yenice, ilk kitabında bahtsızları, sıkılanları, hayatın sillesini yiyenleri ustalıkla anlatıyor. Hüzünlü ve ironiyi başarılı bir şekilde harmanlıyor. Kendisiyle, ilk kitabını ve bu kaotik dünyada hayatta kalma üzerine konuştuk.
Böyle röportajların olmazsa olmaz soruyla başlayalım dilerseniz. Bize kitabınızın oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz?
İlk adım, Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’ne katılmak için elimdeki öyküleri düzenleyip, dosya haline getirmekti. Bu yarışmada “dikkate değer” bulunan dosyamın üzerinde değişiklikler yaparak yeni bir dosya oluşturdum ve kafamda belirlediğim birkaçyayınevine yolladım. Uzun bekleyişten sonra Everest Yayınları’ndan kabul edildi dosya. Dört ay sonra da yayımlandı.
Kitap boyunca yolda yürürken muz kabuğuna basıp düşenlerin, bahtsızların, hayatın gelişine sert bir şekilde vurduğu kalbi kırıkların hikayelerine tanık oluyoruz. Karakterlerin oluşum sürecinde kendinize nasıl bir yol haritası çizdiniz?
Öykülerdeki karakterleri “kendiyle, yalnızlığıyla barışık” kişiler olarak görüyorum ben. Hepimiz “insan olmak” gibi zor bir misyonu göğüslemek zorundayken, bununla başa çıkmanın yollarını kendiliğinden çözmüş, kendiyle barışık esas azınlığı konu etmek beni heyecanlandırıyor. İster istemez onları gözlemliyorum, yolum onlarla kesişiyor. Karakterlerim de kendini bu doğrultuda seçmiş oluyor, ben özellikle bir şey yapmıyorum çoğu zaman.
Bazı öykülerin oldukça hüzünlü ve yer yer kasvetli bir atmosfere sahip olduğu söylenebilir lakin hikayeler asla Kemalettin Tuğcu çizgisine kaymıyor tam aksine bu atmosferi ironiyle, mizahla dengeliyorsunuz. Bu konu hakkında ne demek istersiniz?
İroni hayatı katlanabilir kılmanın bir yolu bana göre. Kendi başıma gelen olumsuz şeyleri, büyük değişimleri, direncimi kıran hadiseleri de ironiyle karşılıyorum ben. Bir nevi ağlanacak halimize gülmeyi seçiyorum. Diğer türlüsü nefes alamamak gibi geliyor.
Bazen insanın başına olmadık şeyler gelir; bazı insanlar bununla başa çıkamaz ve hayatları boyunca aynı girdabın içinde bocalayıp dururlar.’Durağan Yolcu’ öykünüz de bu durumu anlatıyor sanki; etrafındaki sorunları aşamamış, olduğu yerde kalmış bir insanın hikayesi… Siz nasıl değerlendirirsiniz bu durumu? Bu anlamda sizin hayatla başa çıkma rehberinizi ya da metotlarınız var mı?
Bazen “durmak” da bizi hırpalayan şeylerle bir tür başa çıkma yolu bence. Durağan Yolcu öyküsündeki karakter de kendini aşmaya, insanlarla temas kurmaya çalıştıkça, en sonunda yine tek başına kaldığı, “durduğu” yerde huzur buluyor. Bu soruya kendi adıma cevap vermek zor, çünkü benim kahramanı olarak içinde bulunduğum kitap uzun soluklu, henüz kapağı da kapanmadı, devam ediyor.
Kitapta öykülerini dinlediğimiz karakterlerin birçoğunun aklı geçmişte kalmış sanki ve ellerinin avuçlarının içinden kaymış gitmiş zamanı geri getirmeye çalışıyor gibiler. Siz ne demek istersiniz bu konuda, geçmişi geri almak ne kadar mümkün?
İyi ki zamanı geri alamıyoruz diyorum ben aslında. Düşünsenize, yarın bile bugünün tekrarı bir nevi. Bildiğimiz bir şeyi yaşamamıza rağmen zorluk çekiyoruz. Yine aynı hataları yapıp, aynı yerlerden kırılıp, aynı şiddette hayal kırıklıkları yaşıyoruz. Önümüzdekini bile yaşamak bu kadar zorken, bir de “zaten yaşanmış” ın üstünden geçmek çok can sıkıcı ve yorucu olurdu. Kısaca, önümüze bakalım diyorum, geçmişi geri almaya gerek yok.
‘Okyanus Sesi’ isimli öykünüz, yarım kalmış ve sızı karakterin kalbinde saplanıp kalmış bir aşk hikayesi anlatıyor. Bazı hikayelerin kaderidir yarım kalmak derler, siz yarım kalan hikayelerin bir gün mutlaka tamamlanacağına inanlardan mısınız?
Her kişinin kendi serüveniyle ilgili sanırım bu. Okyanus Sesi’nde,Eser parçalanarak, sıfır noktasına geçerek tamamlandı mesela. Tilkiler Aç mı Kalsın’daki Mustafa ve İsmail eksik kalmış hikayelerini birbirleriyle tamamladı.
‘Tekme Tokatlı Şehir Rehberi’nde hikayelerine ortak olduğumuz karakterlerin bir çoğu efkarlı, sıkıntılı ve üzgün. Lakin bu sıkıntılarını pek dışarıya vurmuyorlar, öfkelerini, duygularını hep iç dünyalarında yaşıyorlar. Karakterlerin sürekli iç sesleriyle kendilerini ifade biçimi onların kırılgan yapılarından kaynaklı olabilir mi? Siz nasıl değerlendirirsiniz bu durumu?
Kırılgan olmakla ilgisi olabilir evet. Anlaşılamayacaklarını düşündükleri noktadan sonra kendilerini toplumdan git gide soyutlamış, duygusal manada içlerine dönmüş karakterlerim var. Ama ben onları çok efkarlı, sıkıntılı veya üzgün görmek yerine, huzuru bu şekilde bulmuş, içte yaşamayı kendileri seçmiş olarak değerlendiriyorum. Herkesin yapmaya cesaret edemeyeceği bir şey “yalnızlık” ve “kendinle kalmak.” Güçlüler yani bana sorarsanız. Ya da kim bilir böyle hissetmek beni hafifletiyor.
Bir röportajınızda, kitabım mutluymuş gibi yapan insanların öykülerini anlatıyor demiştiniz. Sosyal medya, instagram vb. mecralar sayesinde herkesin dışarıdan oldukça mutlu gözüktüğü bir dönemden geçiyoruz. Siz ne demek istersiniz bu husus hakkında? İnsanoğlunun kendisine en çok yalan söylediği dönemden geçiyor olabilir miyiz sizce?
Ben bu fikre yakın duruyorum, evet. Acaba diyorum gerçek hayatta bu kadar mı yalnızız da her yaptığımızı birileriyle paylaşma gereği duyuyoruz oralardan. Bu kadar mı mutlu görünmeye ihtiyacımız var ya da. Ya da kime gösteriyoruz tüm bunları? İnanın ben de bilmiyorum ama bu şekilde çok da mutlu olmadığımız aşikar.
Son olarak, size klasik bir sorusu sorayım; son dönem Türkiye edebiyatında karşılaştığımız öykücüler için ne demek istersiniz?
Öyküye verilen değerin artması beni sevindiriyor. Çıkan ilk kitaplar için çok acımasız olunmaması gerektiği kanısındayım. Geç kabul edilen bir türde, düşe kalka kendi yolumuzu, tarzımızı bulmaya gayret ve cesaret ediyoruz. Ben bu uğurda verilmiş her emeği takdir ediyorum. 2017 yılı özellikle öykü dalında çok yeni eserin meydana çıktığı verimli bir yıl oldu.
Can Öktemer – edebiyathaber.net (19 Ocak 2018)
“Mevsim Yenice: “İroni hayatı katlanabilir kılmanın bir yolu.”” üzerine bir yorum