Çocukluğa ait imgelerin bile değiştiği günümüz dünyasında, çocuk kelimesi savaşlarla, göçlerle ve buraya yazmaya içimin elvermediği sözcüklerle yan yana geliyor. “Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne, allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar”[1] demişti Nazım, ancak büyükler dünyayı çocuklara veremedikleri gibi onlara şenlikli, oyunlu bir dünya imkânı da sunamadılar. Ayrıca onlar, sadece dünyanın büyük olaylarıyla değil, gündelik yaşamlarına kadar inen politikalar nedeniyle de zarar görüyorlar. Çocukların yaşamları, kendilerini durmadan biçimleyen eğitim kurumlarıyla, her dönemin kendi ideolojisine göre yeniden dizayn etmeye çalıştığı eğitim sistemleriyle, arkadaşı ile dayanışmak yerine onu rakip olarak gördüğü sınav yöntemleriyle, büyükler tarafından gasp edilmeye devam ediliyor. Ayrıca, devlet ve kurumları için birey inşa edebileceği bir özne olmanın ötesine geçemiyor ve bu durum en çok çocukları etkiliyor. Böyle bir ortamın gerçekliği gözümüzün önündeyken ve genellikle zorunlu eğitime alternatif geliştirilemeyen bizim gibi coğrafyalarda, resmi eğitim dışı kitaplar, çocuklara farklı dünyaların varlığını hatırlatmak, dünyada başka cinsiyetten, başka etnik ve dini gruptan insanların yaşadığını göstermek ve yeryüzünün farklı olasılıklar barındırdığını anımsatmak açısından önemli görünüyor.
Bu nedenle çocuk kitaplarından daha sık bahsetmemiz gerekiyor belki de. Raşel Meseri’nin “Can’lı ve Işıl’tılı Maceralar” serisi kitaplarını okurken yukarıda bahsettiğimiz durumları düşünmeden duramadım. Çünkü yazarın kitapları, bahsettiğimiz bağlamda çocukları, kurumların onlara dayattığı anlamların dışına çıkarmak için uygun metinler. Meseri, dayanışma duygusunu, bir arada olunca her türlü zorluğun üstesinden gelinebileceğini, başka bir okulun, öğretmenin mümkün olduğunu ve her yerde her şekilde eşit ilişki geliştirilebileceğini gösteriyor. Aslında bu sebeple sadece çocuklara değil, büyüklere de epey mesajı var kitapların.
Raşel Meseri’nin “Can’lı ve Işıl’tılı Maceralar” serisinden, “Kağıtların Çığlığı” kitabının kahramanları Can, Işıl ve köpek arkadaşları Joker bir kütüphanede maceraya gönderiliyor. Başlangıçta kitaplarını ihmal ettikleri gerekçesiyle bir ceza olan kütüphaneye gitme zorunluluğu, karakterlerimiz için sonradan her gün zevkle icra ettikleri bir pratiğe dönüşüyor. Çünkü gözden ırak bir yerlerde kurulan bu gizemli kütüphanede onları ilginç, sürprizlerle dolu serüvenler bekliyor. Böylece kütüphane imgesinin bir çocukta yaratabileceği olumsuz anlam yıkılıyor ve kütüphane maceralı bir dünyaya dönüşüyor.
Serinin bir diğer kitabı, “Dikkat Hayalleriniz Çalınabilir”de yazar, kapitalizm eleştirisi sunuyor. Bunu çocukların anlayabileceği bir hikâyenin içerisine yerleştiriyor. Karakterlerimiz; Işıl, Can ve Joker’e bu sefer mahalleden geveze papağan Gurultu ile birlikte Pamuk Nine ve Joker’in arkadaşı Punk Palto eşlik ediyor. Kitabın kahramanları eşliğinde kapitalizmin hayallerimizi nasıl ürüne dönüştürdüğüne, bizi pasifleştirerek hayal kurmamıza engel olduğuna, tüketici konumuna getirerek üretmeyi unutturduğuna, maceralı bir anlatıyla tanık oluyoruz. Yazar böylece çocukları kapitalist dünya ile tanıştırıyor, bir arada hayallerini geri almak için giriştikleri serüvenle direnerek, dayanışma ile her şeyin üstesinden gelinebileceğini hatırlatıyor.
Serinin bir diğer kitabı “Yeryüzü Okulu” sadece çocuklara yönelik olmanın ötesinde, başka bir okulun nasıl mümkün olabileceğine dair ipuçları veriyor. Tüm ihtiyacını kendi karşılayan, matematik, kimya, edebiyat derslerinin yanı sıra toprak ve doğaya dair dersler içeren, çocukları doğa ile eşit ilişki biçimi geliştirmeye yönelten ve de en önemlisi hiyerarşinin olmadığı bir okul hayalinin gerçekleştiği bir kitap. Elbette öğretmenler var bu okulda ancak onlar alanlarına göre isim alıyorlar mesela bitkilerle uğraşan öğretmenin adı Polen ve öğrencilerin ona “öğretmenim” diye seslenme zorunlulukları yok aralarında eşit bir ilişki var. Böylesine bir yer elbette şirketler ve yetkililer tarafından iyi karşılanmıyor ve kahramanlarımız Işıl, Can ve Joker bu kez okulları için öğretmenleri ve arkadaşlarıyla direniyorlar. Ayrıca yazar yarattığı karakterleri “farklılıklarını” belirterek ortaya çıkarmış örneğin; bu kitapta Fırça, saçları nedeniyle diğerlerinden ayrılıyor ve bu adı alıyor. Böylece, insanların farklılıkları olabileceği, bunun onları dışlama sebebi değil tam tersine onların ayrıcalığı olabileceğine dikkat çekiliyor.
Bir diğer kitap, “Kayıp Kukla”da Raşel Meseri, karakterlerinin çok sevdiği “Kuklasella”nın -ki kendisi kuklalar yapan, oynatan bir sanatçı- kaybolan kuklası Sella’yı aramaya çıkarıyor. Yine türlü türlü macera bekliyor bu kitapta da bizi. Ayrıca, metinde, çocukların sevdiği “Bulmaca Adam” karakterinin sandıkları gibi iyi birisi olmadığını görüyoruz. Böylece Meseri, insanların göründüğü gibi olmayabileceğini, “iyi” ve “kötü”nün her zaman mutlak anlamlar içermediğini gösteriyor ve çocuklara iyilerin çok iyi kötülerin çok kötü olduğu kesinlikli bir dünya olmadığını hatırlatıyor.
Çocukların hayal dünyasına inebilmek, onların çocukça hislerini duyabilmek, onları onların gözüyle anlayıp, hikâyeler anlatabilmek önemli bana kalırsa. Raşel Meseri’nin “Can’lı ve Işıl’tılı Maceralar” serisi kitaplarında da yaptığı bu. Onları yönlendirmekten ziyade onlara dünyayı olduğu gibi, iyileriyle kötüleriyle göstermeye çabalamış yazar. Ortaya ulaşılması gereken zorlu bir amaç koymaktan çok olabilirlikleri, hayal gücü ile birleştirerek, çocukların dilinde ifade etmiş. Onları büyüklerin biçimleyici bakışlarıyla değil, düşleriyle anlamaya gayret etmiş bunu yaparken; okulun, kütüphanenin nasıl yerler olursa çocukların anlam dünyasında olumlu karşılık bulabileceğini bir bakıma büyüklere de göstermiş. Neredeyse her kitapta arkadaşlığı, dayanışmayı, direnmeyi alt metne yerleştirmiş. Çocuklara kesinlikli mesajlar vermemiş.
Tüm bunları düşündüğümde, çocuklara başka yaşamların kapısını açması bakımından bu kitapları sevdiğimi söyleyebilirim. Onları büyüklerin dünyasından biraz olsun uzaklaştırmak, dünyanın nefretinden korumak ve onlara “başka”nın olasılığını anlatmak gerekiyor diye düşünüyorum. Bunun yollarından birisi de onları, kitapların hayalli, düşlü, büyülü dünyasına sokmak belki de. Çünkü biz büyükler Gülten Akın’ın bir şiirinde bahsettiği sorumluluğu anımsamalıyız bana kalırsa; “Nergisten ben sorumluydum, ışgından ve çocuklardan. Yanlış mı belledim insan sorumluluktur.”[2]
Emek Erez – edebiyathaber.net (30 Ocak 2018)
[1] Hikmet, N., (2016), “Son Şiirler”, s.135, İstanbul: YKY.
[2] Akın, G., (2016), “Uzakta Bir Kıyıda”, s. 39, İstanbul: YKY.