Bir Kuştan Öbürüne: Hayat ve Yazmak Üzerine Tavsiyeler, Hep Kitap tarafından yayımlanarak okurun beğenisine sunuldu. Yazmak isteyenlere –özellikle de yolun başındakilere– yönelik bir kılavuz kitap. Anne Lamott tarafından yazılan eseri Damla Göl dilimize kazandırdı.
Kimileri için “yazmak” kâğıt gemilerle harf denizinde yol almaktır. Bu yolculukta, her yazarın yazıyla kurduğu bağ ve yazma gerekçesi diğerinden ayrıdır. Lamott’un yazmak için oldukça geçerli sebepleri var. En başta şu satırlarının altı çizilmeli belki de: “Gerçek hayatta elde edemeyeceğiniz her şeyle, en başta da muazzam bir şiirsel dille doludur kitaplar. Tabii geçirilen zaman da kalitelidir; gün içinde muhteşem detaylar fark edebiliriz, ama gerçekten durup dikkat kesilme şansını kendimize çok az tanırız. Bir yazar sizin fark etmenizi sağlar, dikkat kesilmenizi mümkün kılar; bu şahane bir hediyedir. İyi yazın için duyduğum minnetin sınırı yok; okyanusun varlığına şükrettiğim gibi iyi yazılara da şükrediyorum.”
“Yazı” üzerine kafa yoranların es geçmemesi gereken bir kitap Bir Kuştan Öbürüne: Hayat ve Yazmak Üzerine Tavsiyeler… Bir atölye çalışmasının kitaplaşmış hâli desek yanlış olmaz sanırım. Beş bölümlük kitabının ilk bölümü “Yazmak”, ikinci bölümü “Yazarken Ruh Hâliniz”, üçüncü bölüm “Yol Boyunca Yardım”, dördüncü bölüm “Eserinizin Basılması ve Yazmak İçin Diğer Nedenler”, beşinci bölüm ise “Son Ders”ten oluşuyor. Bu bölümlerde de “Boktan İlk Taslaklar, Mükemmeliyetçilik, Polaroit Fotoğraflar, Karakter, Diyalog, Sahne Tasarımı, Ahlaki Bakış Açısı, Brokoli, Kıskançlık, Dizin Kartları, Sesinizi Bulmak, Ne Varsa Vermek, Yayımlanma…” gibi alt başlıklar var.
İlk taslağı yazmak
“Bir atölyenin ilk gününde yeni öğrencilerime söylediğim ilk şey, iyi yazmanın hakikati anlatmakla ilgili olduğudur. Bizler, kim olduğumuzu anlamaya ihtiyaç ve istek duyan bir türüz.” diyen bir yazarla tanışıyoruz kitabın daha başında. Okumak, yazmak, yaşamak… üzerine Lamott, hem tecrübelerini hem tavsiyelerini paylaşıyor bizimle. Kendi yazarlık “hikâyesini” anlattığı kitabın giriş kısmında yine kendisi gibi yazar olan babasının öğütlerini de aktarıyor: “Babam ‘Her gün bu işe zaman ayır ve yaz’ diyordu. ‘Sanki piyanoda gamları sıralarmış gibi yaz. Önceden kendini ayarlayarak yaz. Sanki bir şeref borcuymuş gibi yaz. İşleri bitirmek için kendine söz ver.’”
Yazmanın bir yazar için ne anlam ifade ettiğine şahitlik ediyoruz kitabı okurken. Yaşarken ve yazarken bir başka “açı” geliştirebilmek; ufkumuzu/ görüşümüzü genişletebilmek ve farklılıklarımızla zenginleşebilmek için ne kadar çaba sarf etmemiz gerektiğini görüyoruz. Yazma sebepleri çok olan bir yazarın, geçtiği dikenli yolların sonunda edindiği tecrübelerini içtenlikle paylaşması yolun başındakilere de ışık tutuyor. (Tünelin ucunda ne olduğunu bilemeseler bile…) “İlk taslağı yazmak, bir polaroit fotoğrafın ortaya çıkışını izlemeye çok benzer. Fotoğraf oluşumunu tamamlayana kadar onun tam olarak nasıl görüneceğini bilemezsiniz, zaten bilmeniz de gerekmez. Önce makineyi ilginizi çeken şeye doğru yöneltir ve fotoğrafı çekersiniz.”
Yazmakla ilgili yol haritaları
Lamott’un yazma pratiğine dair önerileri de var: “Neredeyse tüm iyi yazılar, o ilk korkunç çabalarla başlar. Bir yerden başlamanız lazım. Bir şeyi –herhangi bir şeyi– kâğıda dökerek başlayın. Bir arkadaşıma göre, ilk taslak dökme taslağıdır; aklınızdakileri yazıya dökersiniz. İkinci taslak ise toplama taslağıdır, düzgün şekilde söylemeye çabalarsınız. Üçüncü taslaksa dişçi taslağıdır; her bir dişin gevşekliğini, kasılmasını, çürüğünü ve Tanrı esirgesin sağlıksız olup olmadığını görmek için dişleri tek tek kontrol edersiniz.”
Bir yazıyı yazarken taslak oluşturmaktan, karakterin inandırıcılığına; olay örgüsünden mükemmeliyetçiliğin zararlarına kadar birçok konuya değiniyor yazar. “Olay örgüsü kitabınızın veya kısa hikâyenizin ana hikâyesidir.” diyor ve ekliyor: “Olay örgüsü, karakterden doğar. Hikâyenizdeki insanların kim olduklarına odaklanırsınız, aşina olduğunuz ve günbegün daha iyi tanıdığınız iki insan hakkında oturup yazarsanız, kesinlikle bir şeyler olacaktır.”
İnsanları insanlardan öğrenmemiz gerektiğini düşünüyor Lamott, okuduklarımızdan değil! Ona göre, “Yaptığınız okumalar, gerçek hayatta gözlemlediklerinizi tasdik etmelidir.” Yazma gerekçelerini şöyle açıklıyor: “Açıkta olmayanı açığa çıkarmak için yazarız. Eğer kalede asla gitmemeniz gerektiği söylenen tek bir kapı varsa, sizin o kapıdan geçmeniz gerekir. Aksi takdirde, zaten daha önce bulunduğunuz odalardaki mobilyaların yerlerini değiştirmekle yetinirsiniz. Çoğu insan tam da o kapıyı kapalı tutmaya adar kendini. Fakat yazarın görevi, o kapının ardında ne olduğunu görmek, dile getirilemeyen kasvetli şeyleri keşfetmek ve o dile getirilemeyenleri kelimelere dökmektir; tabii öyle sadece kelimelere değil, mümkünse ritme ve caza da dönüştürmeli.”
Yazdıklarımız neden önemli olsun ki?
Yazarken hissettiklerini de şöyle ifade ediyor Lamott: “Bu karanlık ve yaralı toplumda, yazmak size bir ağaçkakanın aldığı hazzı verebilir; yuvanızı inşa edebileceğiniz ağaçta bir delik oyup sonra ‘Burası benim oyuğum, artık burada yaşıyorum, ait olduğum yer burası’ diyebilirsiniz. Bu oyuk küçük ve karanlık olabilir, ama en azından sonunda ne yaptığınızı bileceksiniz.”
Kitabın sonuna yaklaştığınızda yazma pratiklerine dair birçok soruya cevap bulmuş oluyorsunuz. Son kısımdaki, “Yani neden bizim yazdıklarımız önemli olsun ki?” diye soran öğrencilere yazarın verdiği şu cevabı da kayıt düşmeli: “Ruh sayesinde, derim. Kalp sayesinde. Okumak ve yazmak, tecrit hissimizi azaltır. Hayat algılarımızı derinleştirir, genişletir ve geliştirir; ruhu besler. Yazarlar, kurdukları cümlelerin ve anlattıkları hakikatlerin doğruluğuyla kafamızı sallamamıza neden olduğunda, hatta bizi kendimiz ve hayat hakkında güldürebildiğinde, bütün canlılığımız tazelenir.”
Yazanlar için, “Tüm iyi hikâyeler oralarda bir yerlerde taze ve yabani biçimde anlatılmayı bekliyor.” Okuyanlar için de, iyi kitaplar bir yerlerde okunmayı…
Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (13 Şubat 2018)