Saša Stanišić’in geçtiğimiz yıl Palto Yayınevi’nden basılan romanı Şenlikten Önce, Furstenfelde isimli bir köyde gerçekleşen olaylara ve kişilere odaklanan bir kitap. Köyün kayıkçısının ölümüyle başlayan ve bir günün uzun hikâyesini anlatan roman, yazarın kendine has dili ve ironisiyle farkını ortaya çıkarıyor.
1978 Bosna doğumlu yazarın Yugoslavya’nın parçalanmasının ardından başlayan savaş yıllarında Almanya’ya göç etmesiyle hayatı kökünden değişir. Almanca yazdığı eserlerinde bu arkaik geçmişi hatırlatan, yazarın belleğinde savaş imgesinin ne anlama geldiğini gösteren kalıntılar da mevcut. Daha önce Asker Gramafonu Nasıl Tamir Eder? isimli eseri de Türkçe’ye çevrilen Stanišić’in bu anlamda kendi geçmişiyle ilişkisini bir yana itmediği gözüküyor. Yugoslavya’nın kalıntılarından ortaya çıkan aynı kaynağın farklı yönlere akan suları (Hırvatistan, Sırbistan, Bosna Hersek…) onda kendini gösteriyor. Bu parça(lanma)ya eklenen farklı hikâyeler, farklı anlatım teknikleri ve metne farklı yaklaşımlar bu roman bağlamında ilgi uyandırıyor ve kendini yapıyor.
Daha romanın ilk paragrafıyla beraber okurun kafasını karıştırabilecek ancak anlatım tekniğinin nasıl olacağına dair de ipuçları veren şu alıntı yazarın metne yaklaşımı için önemli: “Kederliyiz. Artık kayıkçı yok. Kayıkçı öldü. İki göl var ama kayıkçı yok. Artık adaya ancak bir sandalın varsa ulaşabilirsin. Ya da kendin bir sandalsan. Ya da yüzersen. Ama dalgaların içindeki küçük buzullar rüzgar canları gibi binlerce sopasıyla sana vururken yüzmeyi dene bakalım.”[1] Kederliyiz ancak ortada keder yok. Göl kenarında ölü bir beden var ama onu görmeyiz. Ölüme çok yakınızdır ama üzülmeyiz. Gerçekten kederli miyiz(dir)? Bu anlatıcının arzusu nedir? Çünkü söyledikleriyle hissettiğimiz birbirine yakın değil, uzak düşen şeyler. Öyleyse burada anlatıcı başka bir şey istiyor. Metniyle arasına mesafe koyan ve bu mesafeden metnini, hikâyesini, kurgusunu, karakterlerini ve geleceği gören yazar kendi varlığını da gizlemiyor. Anlatıcı, açıkça söz dizgilerini eline alarak metne giriş yapıyor. Söylediği ilk şeyse kayıkçının ölümü. Kayıkçının bu köy için ifade edebileceği anlam, öte taraftan kıyılar arasında “geçiş”i sağlayan bir sembol; ölümle hayat, doğuyla batı, sağla sol, iyiyle kötü gibi; insanları birbirine taşıyan birey olarak kıymeti farklı katmanlar da doğuruyor. Üstelik kayıkçı yoksa ve kişi bir sandal değilse karşı kıyıya da geçemiyor. Böylece kayıkçının ölmesi ve herkesin olduğu yere çakılıkalması farklı anlamlar ifade ediyor. Metnin bir sonraki kısmındaysa köyün tek benzincisinin kapandığını ve arabası olanların yakıt için başka bir köye gitmek zorunda olduklarını öğreniyoruz. Burada yazar, eğer benzinin yoksa ve kendin benzin değilsen köyden çıkamazsın, da diyebilirdi, ilk parçaya paralel olarak, çünkü başka türlüsü mümkün görünmüyor. Yazar, insanların ulaşım yollarını bir bir keserek “sözü”ne giriyor. Daha sonra her karakterini sahneye alarak zamanı geriye doğru sürekli sarıyor. Kah karakterinin geçmişiyle kah köyün tarihiyle zamanda geriye doğru atılımlar yapıyor. Bu da şenlikten önceki günü çok uzun bir zaman diliminin özel temsilcisi yapıyor. Şenlik başlmadan birçok şey bitmiş oluyor. Peki o zaman neden “şenlik”?
Yazarın kitabın adıyla işaret ettiği şenlik bir türlü gelmez. Yazar, şenliğin gelmesini de istemez. O, gelmesi beklenen gibi durur bir yerde. Odaklanılan şey o günden önce köyün durumu ve tarihidir. Burası farklı kimlik ve kültürlerin buluştuğu yerdir. Johann, Dilsiz Suzi, Lada, Q, Anna, Lutz, Yaşlı Rutz… İsimleri, lakapları, kimlikleri birbirinden çok farklı olan bu köyün sakinleri bir araya geldiklerinde ortaya çıkan ve çözülen olaylar silsilesi yazarın tekniğiyle farklı bir hâl alır. Anlatıcı olarak sürekli olaylara müdahil olan, anlatım biçimindeki ironiyle okuru daima gülümseten, espiriyi en acılı durumun bile içinden çıkarabilen ve kara mizaha yaklaşan bu teknikle yazar bambaşka bir yapı oluşturuverir. Üstelik bu yapının içinden kendi müdahalesi olmadan kimse çıkamaz. Neyin ciddiye alınıp neyin alınmayacağı kestirilemez. En ciddi haber bile bazen o kadar önemsizmiş gibi anlatılır ki buna atfedilecek değer kestirilemez. Bu da metindeki her şeyi eşit kılar. Bir başka roman için keskin ve ağır bir değer ifade edebilecek “ölüm” gibi konular bile bu roman için bahsedilen ve geçilen, yeri geldikçe anımsanan temel birer hadiseye döner. Belki olması gerektiği belki yazarın tercih ettiği biçemde kendine yer bulur.
“İnsanlar dizlerine kadar suya girmiş Derin Göl’de hareket etmeden duruyorlar. Kimse yüzmüyor, kimsenin saçları ıslak değil. Suyun derinliğinden mi korkuyorlar? Hava sakin, rüzgar yok.”[2] Yazarın metnin başındaki ironisi her şey biterken de devam ediyor. Sonunda şenlik zamanı gelip çatmıştır. Artık açık arttırma yapılmaya başlanır, şarkılar çalınmaya, danslar edilmeye. Ancak biz daha ötesini bilmeyiz. Şenliğe kadar olan her şey gün yüzüne çıkar. Şenliğeyse gelinmez. Çünkü önemli olan o değildir. Herkes “Derin Göl”e girer ancak dizlerine kadar. Herkes suyun içindedir ama kimse ıslak değil. Baştaki gibi zıt kutuplar yan yana gelir. Böylece uzun zaman sürmüş olan anlatı aynı biçimde kendini tekrarlayarak biter. Bu, tıpkı aynalı bir odada, sonsuz bir döngünün içinde, insanın kendine bakması ve kendine dokunmaya çalışması gibi bir his uyandırır. Bundan kurtulmak mümkün değildir, tekrarlayış sonsuza kadar devam eder.
Saša Stanišić’in Şenlikten Önce’si Furstenfelde’nin ve çevresindeki köylerin ironik bir anlatısıdır. Ancak metne bu köyün insanları kadar yörenin öteki sakinleri, hayvanlar da girer. Tavuklar, horozlar, tilkiler… Onlar da doğadaki döngüleriyle işin içindedirler. “Bir tavuk kümesi yapıyorsan, elektriği hesaba kat. Elektrik şoku tilkiyi rahatsız edecektir ama yine de onu sonsuza kadar da uzak tutmayacaktır. Tilkiler sınırlarını sonuna kadar zorlamadan pes etmezler. En az 3500 volta ihtiyacın olacak. Elektrikli kablolar çitlerin dışına sabitlenmeli. Böylece sadece kümesi terk eden tavuklar için tehlike oluşturur.”[3] Kitabın kapağına da konuk olmuş olan kızıl tilki metnin öncül karakterlerinden biridir. Onun avı metin boyunca devam eder. Anlatıcı onun kurnazlığını ve ondan korunmaya çalışanları aynı örgünün içinde sürekli işler. Doğal bir hayatın tüm bileşenleri metne sızar.
Şenlikten Önce, Stanišić’in Türkçe’ye çevrilen ikinci kitabı. İronisiyle, anlatıcının okuru eğlendirmesiyle, en ciddi meseleleri bile bazen şakacı yanıyla ele almasıyla öne çıkan bir kitap.
Abdullah Ezik – edebiyathaber.net (6 Mart 2018)
[1] Saša Stanišić, Şenlikten Önce, Palto Yayınevi, İstanbul 2017, syf: 11.
[2] A.g.e. syf: 297.
[3] A.g.e. syf: 191.