En son okuduğunuz kitabın adı nedir? İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?
En son, Theodor Adorno üzerine Önder Kulak’ın yazdığı, Kültür Endüstrisinin Kıskacında Kültür isimli yapıtını okudum. Kitabın içeriğinden hareketle de, ayak bastığımız kültürel ortamın sürekli eleştirel süzgeçten geçirilmesi kanaatine –bir kez daha- vardım. Zira kültür endüstrisinin, fikrimizde, düşüncemizde, kendimizi ifade edişimizde, dışavurumumuzda nasıl belirleyici olduğuna dair güçlü kanıtlara rastladım. -Bu arada, kanıt derken, sistemin kendisi zaten bir kanıt.- Yani, her türden tüketim nesnesinin bizzat bu sistem tarafından paketlenip sunulması gibi bir gerçeklik var. Ki, bunların başında da kültür ürünleri geliyor. Bu ürünler de nasıl düşüneceğimiz, nasıl davranacağımız, önceliklerimizin neler olacağı konusunda bizi biçimlendiriyorlar. İşin tuhafı, muhataplarını da özgün ve yaratıcı oldukları konusunda bir kandırma içindeler ve bunu başarıyorlar da. Tam da burada, edebiyatçılar başta olmak üzere, sanatçıların ne denli özgün ve yaratıcı oldukları meselesi ön plana çıkıyor… Aslında konu daha çok hakikatte düğümleniyor. Temel mesele bu! Edebiyatçılar ve entelektüeller hakikate ne kadar yaklaşıyorlar? Ya da, kültür endüstrisini aşarak buna yaklaşmaları olası mı? Sorular uzayıp giderken, sistemle ilişki meselesi gündeme geliyor ki, bu da rahatsız edici bir durum. Yani alabildiğine bu olayın içindeyken…
Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?
Tavsiye konusu tamamen tesadüfi gelişen bir şey, yani benim açımdan. Ayrıca kitap seçiminde kullanmadığım bir yöntem. Ama çevremdekiler ya da sizin ifadenizle arkadaşlarım bir kitabı tavsiye etmişlerse buna kayıtsız kalmadığım gibi, o kitabı bir an önce okumak için sabırsızlanırım. Kitap ekleri için de aynı şeyi söyleyeceğim. Ben asıl olarak kitap seçimimde okumalarımın zincirleme etkisinden yararlanırım. Örneğin, yukarıda bahsettiğim Adorno’nun kitabı; Adorno, kültür endüstrisini sorunsallaştırırken referans aldığı yapıtları ve düşünürleri zaten benim okuma dağarcığıma eklemiş oldu. Bu okuduğum diğer kitaplar için de aynı oluyor. Ama sizin ifadenizle, “Sezgisel” bir tercih mi yapıyorum bilmiyorum. Belki, dediğiniz gibi seçimlerimde sezgisel davranışlarım ağır basıyordur.
Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?
Yok ben o aşamaya daha gelmedim sanırım. Bu soruyu gerçekten kendime sorup-sormadığımı hatırlamıyorum. Belki sormuşumdur… Ben daha çok hayranlık duyup, eserin sahibini de gözümde yüceltiyorum. Bu durumda onun yerinde olma düşüncesi mümkünü yok gelişmiyor bende…
Yazar olmaya karar verdiğiniz anı hatırlıyor musunuz?
Böyle bir an var mıdır!? “Hah işte, ben yazar olmalıyım şimdi!” Biraz komik buldum… Sanki vahiy gelmiş gibi yazar olmaya karar veriyorsunuz yani. Ama böyle anlar yaşanmıştır mutlaka… Ben de bir anla gelişen bir şeyden çok, süreç içinde oluşan bir şey oldu yazarlık. Gazeteci olarak sürekli haber yapma durumundan evrilen bir süreç. Belki haber yazmayınca, başka şeyler yazayım demişimdir.
Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?
İlk kitabım 2015 yılında çıktı. Böylelikle yazılarım ilk defa gün ışığına çıkmış oldu dersem, doğru bir yanıt olur herhalde. Kitap yayımlanmadan önce de, bir-iki yakın dostuma okuttum.
Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?
Çok sessiz bir ortamda yazamıyorum. Yani inin cinin top oynadığı ortamı kastettim. Ses olabilir ama dikkat dağıtmamalı (tabii bu nasıl olacaksa!). Garip gelebilir ama, ben insan enerjisini hissettiğim ortamlarda daha iyi yazıyorum. Kütüphaneler mesela, çok kullandığım mekanlardır. Şehir gürültüsünden uzak çay bahçesi, kafe gibi yerlerde de yazmayı seviyorum. Yazılacak şey kafamda önceden oluştuğu için belki. Nedenini bilmiyorum ama, ev ortamında çok zorunlu değilsem yazmayı tercih etmiyorum.
edebiyathaber.net (09 Mart 2018)