Söyleşi: Zübeyde Dursun
Meltem Arıkan, Tek Bildikleri Aşktı isimli romanında sık rastlamadığımız bir kurguyla karşımıza çıkıyor. İçerikte gözlemleyeceğimiz cesur anlatıcı tutumu kurguda da kendini gösteriyor; katmansal yapıya sahip roman, hayal ve gerçeği sorgulatıyor. Meltem Arıkan, iç içe geçmiş üç ayrı öyküyle karşımızda: İstanbul’a hapsolmuş “İnci”, Galler’de yaşayan “Elsi”, yer ve zaman kavramının çok ötesinde “Şeker” ve hepsinin içinde biraz “Meltem”den bahsediyor bize. Bedeninden korkmayan, toplumsal normlardan sıyrılmış farklı dönemlerden, farklı coğrafyalardan, farklı dillerden kendini ve aşkı arayan kadınlar…
İnci, günümüz metropol yaşantısına sıkışmış, entelektüel meselelerle zihni her daim dolu olan insanlardan biri aslında. Roman, İnci Tanır’ın itiraflarıyla başlıyor. İtiraflarında bir aşk romanı yazmak istediğini belirtiyor ve yazının güvenli dünyasını yaşamın acımasız dünyasına tercih ediyor. İnci, kahramanları Elsi ve Şeker olan iki ayrı öyküyü kaleme alıyor ve böylelikle Meltem Arıkan, üçlü katmansal yapısı olan bir roman yazıyor.
Romanda karakterler kadar mekânlar da önemli bir yer tutuyor. “Yazma” üzerine yoğunlaştığınız özel bir yer var mı?
Benim hayatım boyunca hiç yazı masam olmadı. Masada yazı yazmakla oldum olası barışamadım. O nedenle de dizüstü bilgisayarımla her yerde yazabiliyorum ancak “Tek Bildikleri Aşktı”yı yazana kadar yazdığım yerler oda, tren, uçak, havaalanı gibi hep kapalı mekânlardı. İlk defa bu romanı yazarken ormanların içinde, ağaçların üstünde, hatta romanın büyük bir bölümünü Kuzey Galler’de çok sevdiğim bir dostumun bahçesindeki kocaman ağaçların altındaki bir hamakta yazdım. Bu romanı yazmak için yoğunlaştığım yerler ormanlardı.
Kitapta en sevdiğim bölüm “Periler Zamanı” oldu. Şeker’in hikâyesini bir roman olarak ele almayı düşünüyor musunuz?
“Periler Zamanı”nı çok keyif alarak, bir solukta yazmıştım. Yazarken de bu bölümün okurlarımın hoşuna gideceğini düşünmüştüm, ancak gelen tepkiler benim düşüncemin çok ötesinde oldu. Birçok okurum “Periler Zamanı”nın romanını yazmam konusunda oldukça ısrarlı mesajlar gönderdiler ve göndermeye devam ediyorlar.
Şu sıralar doğayla çok iç içe bir yaşam tarzım var. Galler’deki ormanlarda, dağlarda günlerce yürümeye başladığımdan beri sanki gerçeklik yerini büyülü gerçekliğe bırakıyor. O nedenle de “Periler Zamanı”nı ve Şeker’in hikâyesini yazmayı ciddi olarak düşünüyorum.
Kitapta yer yer büyülü gerçekçilik akımından izler, yer yer samimi iç hesaplaşmaların olduğu bir günlük var. Farklı yazınsal denemelere sahipsiniz. Karşımda tecrübeli bir yazar varken okuma deneyiminden faydalanmak isterim. Siz kimleri okuyorsunuz? Kitaplarınızda izlerini taşıdığınızı düşündüğünüz bir yazar var mı?
Her kitabını tekrar tekrar okuduğum ve hayatım boyunca en sevdiğim yazar olarak Tom Robbins’i söyleyebilirim. Chuck Palaniuk’u çok severek okuyorum. Isabel Allende, Ursula Kroeber Le Guin, George Orwell, J.R.R Tolkien, Trevarian ve Terry Pratchett de bende her zaman yeri ayrı olan yazarlar.
Galler’de yaşamaya başladığımdan beri ağırlıklı olarak Kelt Mitolojisi ile ilgili eserler okuyorum. Şu aralar “Mabinogion” okuyorum.
Kitabı okuduğumda karakterlerin aşkı bulma yolculuğundan daha ziyade doğayı, varoluşu, evrenin döngüsünü sorguladığını düşündüm. Sizce romanınız aşktan başka hangi konulara değiniyor?
Aşkı varoluşumuzdan, algımızdan, yaşam tarzımızdan soyutlamak zaten mümkün değil diye düşünüyorum. Aşkı anlamak ve keşfetmek bence kişinin kendini anlaması ve keşfetmesi ile paralel yürüyen bir yol. Ne yazık ki günümüzde kişiler kendilerini sevebilmek için başkalarının sevgisine ihtiyaç duyuyorlar ve o sevgiyi ayna gibi kullanmaya çalışarak kendi değerlerini biçmeye çalışıyorlar. Bence bu ne sevgi ne de aşk. O nedenle de aşkı bulmak istiyorsak eğer önce kendimizi bulmamız gerektiğini düşünüyorum.
Birçok kadının kendinden bir şeyler bulacağı bir kitap oldu Tek Bildikleri Aşktı. Karakterler olabildiğince özgür, kendinden emin fakat bir o kadar da her kadının aklındaki soru işaretlerine sahip. Kendini gerçekleştirme yolunda ilerleyen kadınlara özellikle de genç kadınlara ne söylemek istersiniz?
Özellikle genç kadınların kendilerini kendi gözlerinden görebilmeleri için reklamlara, modaya, etraflarında onlara nasıl olmaları gerektiğini söyleyen ya da işaret eden her şeye karşı üç maymunu oynamalarını, şiddetle öneririm. Bir de doğa ile aramıza giren o korkunç uçurumu fark etmelerini temenni ederim. Toplum ve şehir yaşamı bizleri sadece tüketmeye programlıyor ve bu tüketimin sonunda benliğimizi de tüketmeye başlıyoruz. Bu gerçeği fark edebilenlerin kendini gerçekleştirme yolunda birazcık daha rahat ilerleyebileceğini düşünüyorum.
Zübeyde Dursun – edebiyathaber.net (22 Mart 2018)