“Ülkede bir tiyatro açıldığında bir hapishane kapanır.” Turgut Özakman
Bu isim nerdeyse yarım asır boyunca, insanlara tiyatro alanında çeşitli ve sayısız eserler sunmuştur. Kendisine sorsanız yetmemiştir belki de o yarım asır…
Birçoğumuz Özakman’ı romancı, tarihçi kimliğiyle -yani “Şu Çılgın Türkler” eseriyle- tanıdık. Ancak heybesinde öyle bir birikim vardı ki, yıllarca -başta Devlet Tiyatroları olmak üzere- gerek profesyonel gerek amatör birçok ekip, onun oyunlarıyla nefes aldı. Eserleri sayısız kere sahnelendi. Tiyatro bölümü öğrencilerinin ateşli tartışmalarında kürsülerde, amfilerde adı defalarca yankılandı. Tiyatronun ağlayan ve gülen yüzü gibi, hem övgüyü hem yergiyi barındırdı; ona dokunanların zihninde.
Peki, Özakman’ı bu denli kalıcı kılan neydi?
Bir yazar için -hele de tiyatro yazarı için- her kesimden insana hitap edebilmek kolay bir iş değildir kuşkusuz. Özakman bu skalayı kendi tarzıyla öylesine geniş tutabilmiş bir yazar ki, deyim yerindeyse 7’den 77’ye alıcısı hep oldu. Kabul görmek, hele de bizim gibi toplumlarda bazen zaman ve deneyimin bile ıskaladığı bir gerçeklikken, O bunu başaran nadir isimlerden biri oldu.
Ayşegül Yüksel Tiyatro Araştırmaları Dergisi’nde, Özakman üzerine yazdığı bir makalesinde yazardan şöyle bahseder: “Özakman ilk dönem yapıtlarında, bireysel ya da toplumsal konumlardan yola çıkarak, evrensel değerlerle değişen toplumsal değerler arasında sağlıklı bir dengenin kurulamamış olduğu bir toplumsal çerçeve içinde, bireyin yaşadığı iç ya da dış çatışmalar üstünde yoğunlaşır. Dengeli bir toplum-birey ilişkisi kurmaya çalışan bireylerin yenilgisinden bir oranda sağlıksız toplumsal çevre, bir oranda da bireyin kendisi sorumludur.” Yazarın eserlerinde bu açıklamanın doğruluğuna yeniden şahit oluruz.
Ah Şu Gençler adlı oyunu bu skalaya iyi bir örnek olacaktır düşüncesindeyim. Gençlerin benlikleri, aileleri ve toplumla verdiği savaşı anlattığı oyunu, özellikle amatör gruplar için ilk adım niteliğinde olmuş ve genç oyuncu adaylarının sahnelemekten son derece keyif aldığı bir metin olarak hafızalara kazınmıştır.
Ocak isimli oyunuyla başka bir gerçekliğe ayna tutan yazar, birçoklarımızın evinin içine gizlice girmiş hissi yaratır. Yazarın da kültüründen motifler taşıyan oyunda, karakterler, okuyucunun/izleyicinin kendisiyle özdeşlik yaratabileceği kıvamda yazılmıştır.
Bir Şehnaz Oyun ile I. Dünya Savaşı’nın bilinmeyen yüzünü aydınlatır. “Böyle bir şey de var” dedirtir içindeki sessizlikten bize.
Fehim Paşa Konağı’yla Abdülhamit’in istibdat dönemini anlatan, konuyu işlerken de aşk öyküsü üzerinden okuyucuya aktaran bir yazarla karşılaşırız. Aşk çatısı altında oldukça önemli bir döneme getirdiği eleştiri son derece ilgi çekicidir.
Deli Bayramı belki de oyunları içinde, her dönem gerçekliğini koruyan en önemli eseridir. Gündeliğin başıboş ilişkileri, sersemletici rekabeti ve insan uzlaşmazlığının akıl sağlığını yerinden hoplatan vahşiliğiyle yüzleştirir bizi. Birer meczuba dönüşen oyun kişilerinin trajikomik halleriyle, kendi yüzümüze birer şamar indirir. Eline sağlık J
Sonra Resimli Osmanlı Tarihi, Töre, Duvarların Ötesi, Paramparça, Sarıpınar 1914 ve daha niceleri…
Aşkı Romantika kitabında “Aşk bir ihtilaldir. Aşk gelince yeni bir dünya kuruluyor” diye tarif etmişti Özakman. Tiyatroya da işte böyle bir aşkla yaklaştığını, tek tek yazdığı oyunlardan, yönetici ve akademisyen olarak verdiği yoğun emeğe kadar her adımda görmek mümkün.
Parçası olmaktan her zaman onur duyacağım Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde otuz yıla yakın devam ettirdiği eğitimci misyonuyla, sayısız öğrenciye tecrübe ve bilgilerini aktarmıştır. Onun eğitmen olduğu o uzun yıllarda kültür sanat alanında birçok yazar ve tiyatrocu yetişmiştir.
Oyun, roman, şiir derlemesi ve niyet mektubu tarzında yazılan tüm eserler, yıllara meydan okumuş eğitmenlik macerası ve bir çift gözün gördüğü onca yaşanmışlık… Kendinden öncekilerden payına düşeni almaya itinayla çalışmış bir Turgut Özakman ve payına düşecekleri alma niyetinde olanlar için yazılmış “sürç-i lisanım affola” ile biten bir yazı.
Ve bugün Dünya Tiyatrolar Günü. Tam kırk yıl önce bugün sahneden şöyle bir konuşma yapılıyordu:
“Bugün 27 Mart 1978, Dünya Tiyatro Günü.
Bu kez önünüzde konuşmak görevi ve onuru bana verildi. Tiyatroya hizmet yolunda çok yaşamış bir emekçi olarak izninizle söz alıyorum.
Derler ki, tiyatro üçüz doğmuş bir sanat koludur: Yazar, oyuncu ve seyirci. Bunlar birbirinden ayrılırsa ortada tiyatro kalmaz. Oysa ben diyorum ki, günün en önemli sorunlarını kağıda aktaran yazar da, onları sahnede dile getiren sanatçı da sizin aranızdan çıkmıştır. Onun için biz bir bütünüz. Teker teker düşüncelerimiz ayrı olabilir, ama dertlerimiz birdir…”
Dünya Tiyatrolar Günü’nde Muhsin Ertuğrul’un bu kıymetli sözleriyle, Özakman’ın ve tiyatro dünyasının tüm emekçilerinin günü kutlu olsun.
Ayça Güngör – edebiyathaber.net (27 Mart 2018)