Malina, acının bilincine varışın romanı | Sedat Sezgin

Nisan 10, 2018

Malina, acının bilincine varışın romanı | Sedat Sezgin

Savaş bir kişinin çocukluk yıllarına denk gelmişse acıdır, savaş bir kişinin gençlik yıllarına gelmişse de benzer acı olması muhtemeldir. Acıyı, ya da masum çocukluk ile taptaze gençlik yıllarındaki kişinin yaşadıklarını ya da yaşayacaklarını yarıştıracak değilim, zaten bu benim ilgili alanım da değil, psikologlar ne güne duruyor. Ama şu da gerçek ki savaşı yaşamış birine, kalan hayatı boyunca korku eşlik edecektir. Sahip olduklarını kaybetme endişesini yüreğinin ta derinlerinde hep hissedecektir, bu nedenledir ki sevdiklerine bağlılığı saplantı seviyesinde olması ihtimali bu evrelerini güllük gülistanlık geçiren kişilere (böyle bir çocukluk yaşamış birileri var mı sahiden, bilmiyorum) göre çok daha fazla olacaktır.

Ingeborg Bachmann 1926 Avusturya, Klagenfurt doğumlu. Gençliğinin taptaze yılları 2. dünya savaşına denk geliyor. Malina 1971 de yayımlanıyor, Bachmann’ın 45. yaşına denk geliyor bu tarih. Berlin Duvarı on yıldır var, yıkılmasına ise daha on sekiz yıl ve dünyanın çoğunluğunu etkileyen Batı Bloğu ile Doğu Bloğu arasındaki soğuk savaş…

Sizi bilmem ama ben okumalarımı böyle yaparım; yazarını, eserini ve doğduğu-yaşadığı yeri ve zamanı göz önünde bulundurarak… Sürgünse sürgünlüğünü, gençse gençliğini, yaşlıysa yaşlılığını…

Bir sanat eseri doğduğu dönem içinde değerlendirildiğinde ancak, olması gereken gerçek değeri görür, sanırım bu görüşte de hemen hemen herkes hemfikirdir. Dokuzuncu Senfoniyi 21. yüzyılda bestelemiş olsaydı, muhtemeldir ki Beethoven istenen değeri görmeyecekti. Dokuzuncu Senfoni yine de değerli olacaktı kuşkusuz, ama yaklaşık olarak üç yüz yıl önce bestelenmiş bir eser gibi yüceltilseydi, bu hak biraz abartılmış olurdu, hem de azımsanamayacak kadar çok.

Malina, yazarının korku ve endişelerini bünyesinde barındıran bir roman, tabii roman olduğu da tartışılabilir, zamanında tartışılmıştır da (internette bir göz atınca herkes öğrenebilir), ama bugün kırk yıl öncesine nazaran romanın çapı daha genişlemiş durumda, bunu da göz önünde bulundurmak zorundayız.

Malina gibi üstüne çokça düşünülmüş-tartışılmış bir romanın üstüne yazmak-konuşmak zordur bugün, söylenecek ne varsa söylenmiştir zaten, neredeyse yeni bir söz yazmak imkânsızdır. Tek sığınağımız içinde debelendiğimiz bireysel hikâyemizidir, yaşadıklarımız ve hâlâ birbirimize ettiğimiz zülümdür belki de.

Nasıl ki sıkıntılı-sorunlu bireyler ya da kişilikler için “Dövüş Kulübü” filmi sinemadaki yeri zirveyse, benzer şekilde sıkıntılı-sorunlu bireyler ya da kişilikler için de Malina’nın edebiyattaki yeri zirvedir. İnternette “Malina” yazılması bile sayısız yazının görünmesinin nedeni de biraz bu olsa gerek. Bir nedeni de bu tür sorunların ve sıkıntıların dünyanın birçok yerinde hâlâ zirvede olması muhtemeldir, hele bizimki gibi her daim savaş ve savaşın etkilerinin sürdüğü bir coğrafyada bu sayı çok daha fazladır.

Bu arada tam da şimdi fark ediyorum, çevremde sıkıntılı ya da sorunlu şahısların sayılarının hiç de azımsanacak sayıda olmadığı gibi, hiç kuşkum yok ki ben de onlardan birisiyim.

Dövüş Kulübü filmi nasıl ki kapitalizmin etkisinde kalan tükenmiş bireylerlerle ilgiliyse, Malina’da savaş ve savaş sonrası travmanın etkisindeki ruhsal olarak tükenmiş bireylerle ilgilidir. Dahası, yıkıntılardan çıkmış kalplerin iletişimsizliklerini, endişelerini, bunalımlarını, yalnızlık ve kuruntularının her zerresini sonuna kadar damardan veren saplantılı bir romandır da aynı zamanda. Buna aşk romanı diyenlerde var, ama Malina kesinlikle tutkulu bir aşk romanından çok daha fazlasıdır.

Ya da Malina’da da geçtiği gibi, “Çürümeye ve alışılmışa karşı, hayata ve ölüme karşı, hayatın rastlantıya bırakılmış bütün bu akışına karşı…” yazılmış bir romandır belki de, kim buna hayır demeye cüret edebilir. (Ahmet Cemal çevirisinden)

Sedat Sezgin – edebiyathaber.net (10 Nisan 2018)

Yorum yapın