Her bir hayat, az çok birbirine benzese de yazarların elinde biricikliğine kavuşuyor. Oradan okurun, bizlerin hayatları ile buluşup yol alıyor zamanda. Dünyanın ve insanlığın tüm olumsuzluğuna, kötülüğüne inat, iyi ve güzel şeylerin de var olduğunu, yarına onların da taşınacağını tekrar tekrar hatırlatarak…
Bir savaşa tanıklık ettiğimiz şu günlerde, savaşın oradan oraya savurduğu insan hikayelerini anlatan Ayla Kutlu’nun Bir Göçmen Kuştu O isimli romanı, yaşananlar karşısındaki üzüntü ve çaresizliğimi çoğaltmak yerine, anlamama, inadına umutlanmama yardımcı oldu.
1877-1878 yılları. Ayla Kutlu, okurunu Doksanüç Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşının en can acıtan, en vahşi hikayelerinden birinin içine düşürerek başlıyor romanına. Savaşın can acıtmayanı var mı ki? Kafkasya’da bir köy. Köyde bir düğün. Savaş, sadece bir günde komşuyu komşuya, kardeşi kardeşe düşman edebiliyor. Dün birbirinin omzuna kardeşim diye dokunan eller, kardeş boğazlayan ellere dönüşüveriyor o düğünde. Bir gecede tüm köy vahşetin en korkunç sahnelerinin mekânı oluyor. Kocası ve neredeyse akrabalarının tamamını bu katliamda kaybeden Cevahir Bahu ve tüm bu vahşete tanık olan oğlu Emir Batubeg, kendileri gibi hayatta kalmayı başarabilen bir avuç insanla güvenli bir Osmanlı şehri bulmak umuduyla yola çıkarlar. Altı yaşındaki Emir’in tanık olduğu vahşet maalesef köyde yaşananlar ile sınırlı kalmayacaktır. Ömrü savaşların ya bizzat içinde ya da savaşın olumsuz etkilerine karşı ayakta kalmaya çalışmakla geçecektir.
Roman, Emir’in hayatı üzerine kurgulanmış olsa da Ayla Kutlu’nun birçok romanında olduğu gibi, kadınların/kadınlığın hikayelerini anlatıyor. Önce Cevahir Hatun alıyor sözü, yaşadıklarının tüm acısını döküyor sözcüklere. Savaşın bedelini en çok kadınlar ve çocuklar ödüyor; Cevahir Hatun sadece kendini değil, bedel ödeyen dünyanın bütün kadınlarının ortak hikayelerini anlatıyor.
Sonra sözü Nevnihal alıyor. Emir’in ikinci eşi. O sözü alana kadar Emir, Kafkasya’dan kaçtıkları yolda annesi ile ölmek üzerelerken Mahmut Ağa tarafından bulunup, Urfa’ya getirilmiş, Mahmut Ağa ve eşi Gülüş Hatun tarafından evlat edinilmiş, okutulmuş, mebus olmuş ve İstanbul’a gelmiştir. Nevnihal anlatmaya başladığında, Emir ile yeni evlenmişlerdir, İstanbul işgal altındadır ve Emir Ankara’ya kaçmak zorundadır.
Nevnihal ile birlikte bu sefer Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nı yaşayan kadınların hikayelerine konuk oluruz. Yaşananlar aynı, acılar, ödenen bedeller aynı. İsimler değişiyor sadece. Nevnihal’in annesi Yeşil Hanım, arkadaşları Sava, Müyesser ve niceleri. Başka savaşlarda başka başka kadınların hikayeleri bitmiyor.
Kitabın büyük bölümünün anlatıcısı Nevnihal’dir ve onun gözünden izleriz Emir’i, Nevnihal’in yaşadıklarını ve ülkenin durumunu.
Önce babasını kaybeden Nevnihal annesi Yeşil Hanım’ı alıp Anlara’ya kocasının yanına gider. Orada Yeşil Hanım vefat eder. Cumhuriyet ilan edilmiştir. Ancak Emir Bey huzura eremez. İstenmeyen adamdır, canı tehlikededir. Urfa’ya, çocukluğunun geçtiği, geride bıraktığını düşündüğü, Mahmut Ağa’dan kalan, ilk karısı Gülhayat ve üç çocuğunun, kardeşi Helal Hanım’ın yaşadığı çiftliğe dönmek zorunda kalırlar.
Sonra sözü Gülhayat alır. Bu coğrafyanın en çok horlanan, en zor yaşam şartlarına maruz bırakılan, en çok adsız bırakılan kadınlarından biridir o. Erkek egemen dünyada zaten erkeklerden yeterince çeker, tüm kadınlar gibi. Ama bir de kadının kadına ettiği zulüm vardır. Onun ağzından başka kadınların hikayelerini dinleriz; Emir ve kardeşini evlat edinen Gülüş Hatun’un, Gülhayat’ın halalarının, Emir’in kardeşi Helal Hanım’ın hikayelerini. Nevnihal’i bir de Gülhayat’tan dinleriz. Sonra Gülhayat’ı Nevnihal’den. Gülhayat kitabın sonlarına kadar ara sıra ismi geçen, cahil, sessiz, ne iş verilirse yapan, adı olmayan Anadolu kadınlarından biri gibidir. O, sözü alana kadar kitabın ana kahramanları Emir Bey ve Nevnihal’dir. Ama Gülhayat sözü alıp, onun hikayesine girdikten sonra kitabın asıl kahramanı olur Gülhayat.
Ayla Kutlu öyle müthiş bir kurgu ile götürür ki romanı, temposu en başından hiç düşmeyen iniş çıkışları ile dinleyeni bir duygudan öbürüne götüren bir müziğin içinde giderken, kitabın sonuna doğru, özellikle Gülhayat’ın hikayesinin detaylarına girdikçe tüm çalgıların katıldığı tüm duyguların ayaklandığı doruğa ulaşan bir müziğin içinde buluveririz kendimizi. Tüm bunlar olurken romanın dili ayrıca büyüler. Yeri geldiğinde Osmanlıca sözcükler kullanılır, yeri geldiğinde İstanbul’un ve Anadolu’nun Türkçesi hâkim olur anlatıma. Kelimeler ve cümleler ne ben buradayım diye bağırır ne parlar ne uzar ne de boğar. Her şey doğal akışında birbiri ardında ilerler ama her cümle ‘ben Ayla Kutlu’nun elinden çıktım’ der adeta. O kadar tadındadır, o kadar kıvamındadır.
Ayla Kutlu, kadınları en iyi anlatan yazarlardan biri. Bir Göçmen Kuştu O’nun ana hikayesi her ne kadar savaşlar ve Emir Bey’in hayatını anlatsa da, bir yanı ile bir kadın destanıdır. Ama odağına kadınları alan, kadını yücelten, sürekli erkeği eleştiren bir destan değil. Kutlu romanında insanı odağına alıyor, kadını da erkeği de tüm insanlık halleri ile, zayıflıkları ve güçlü yanları ile, içlerinde yer alan iyiyi olduğu kadar kötüyü de anlatarak. Ve asla yargılamadan. Hep ama hep anlamaya çalışarak. Yanlışlarını gördüğümüzde ne Emir Bey’e kızabiliriz ne de kadın erkek romanın diğer kahramanlarına. Savaş, yokluk ve yoksulluk insana her şeyi yaptırabilir…
Emir Bey, bu coğrafyanın ve dünyanın tüm coğrafyalarının göçmen kuşlarından biridir. Hepsinin hikayesidir. Bir topraktan kopup başka bir toprağa tutunma çabasının destanıdır Bir Göçmen Kuştu O. Göçmen kuşlar unutulmasınlar diye yazılmış bir destandır sanki…
Romanda son sözü Emir Bey’in kızlarından Leyla alıyor. Annesine yazdığı mektupta Leyla bu coğrafyanın insanını tanımlarken, Ayla Kutlu’nun roman kahramanlarını nasıl yarattığının da ipuçlarını veriyor:
“Ben de, doğunun o, insanı ince yanlarından tanımaya çabalayan kültürünün insanıyım. Bizler görünmez güzellikleri gördüğümüzü varsayan insanlarız. Küçük belirsiz inceliklerde ölümsüzlüğü bulduğumuz bile söylenebilir.”
Roman biterken Leyla hikâyenin devam edeceğini haber veriyor okura. İlk basımı 1985 yılında yapılan ve hemen ardından Madaralı Roman Ödülü’nü alan Bir Göçmen Kuştu O, Kutlu’nun yıllar sonra ilk basımı 1998 yılında yayımlanmış Emir Bey’in Kızları isimli romanı ile devam ediyor. Göçmen kuşları romanlar sonsuza uğurluyor…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (17 Nisan 2018)