Ritchie Robertson, “Kafka okumak kafa karıştırıcı bir deneyimdir”[1] derken haklıdır. Kafka metinleri üzerimizde “tuhaf etki” bırakır ve kafamızı karıştırır. Yaşamımıza bir kere girmişlerdir ve ne kadar zaman geçerse geçsin anımsamalarımızda o etkiyi hissettirirler. Çünkü Adorno’nun işaret ettiği gibi Kafka okuma deneyimi; “sessiz filmlere eşlik eden metinler”[2] gibidir. Onun anlatılarında, “klişe imajlara”, alışıldık konulara çok rastlamayız ve bu bir kapalılık doğurur, okurun zihnininde bir şekilde devreye girmesi, kendince metni yorumlaması, karakterlerin hal ve tavırlarından anlam çıkarması gerekir. Kafka’yı genellikle bürokrasi, baba-oğul çekişmesi, olağanüstü olayları “normalleştiren” tavrı, kurumlar, otoriteler ve bunlar içerisine sıkışmış bireylik halleriyle değerlendirir eleştirmenler.Bu konular dünyada güncelliğini kaybetmediği için de bana kalırsa yazarın kitapları,hattâ tek tek öyküleri farklı açılardan yorumlanmaya ve tekrar tekrar üzerine düşünmeye açıktır. Belki de ondan Kafka metinleri hakkında cümlemiz bitmiyorve “Kafkaesk” kelimesi Löwy’nintartıştığı gibi, gündelik dilde kullanılan bir kelime olarak yaşamımızın ortasındaçünkü içinde bulunduğumuz ortamda, “bürokratik şeyleşmenin saçmalığı ve baskısı”[3] altında kalmaktan kurtulamıyoruz.
Bunlardan bahsetmeme sebep olan son günlerde ülke ve dünya gündemine baktıkça aklıma düşen, “Şarkıcı Josefine ya da Fare Ulusu”[4] adlı Kafka öyküsü. Yazar bu öyküsünde normal şartlarda ulusun diğer bireylerinin ıslığından hiç farkı olmayan, şarkıcı Josefine’nin ıslığının, fare halkı üzerindeki ilginç denilebilecek etkisini konu ediyor. İlginç çünkü anlatıcının da devamlı bahsettiği gibi aslında Josefine’ninıslığı peşinden gidenlere pek de avantaj sağlamıyor. Josefine onları bir şekilde kendisinin ıslığının bir sanat olduğuna ve ulusun kaderi için bu ıslığın olmazsa olmazlığına inandırıyor ve kitleler çok sorgulamadan onun peşinden gidiyorlar. Anlatıcının bahsettiği gibi onun ıslığı: “Belki yalnızca bir ıslıktır. Islığı da hani aramızda beceremeyenimiz yoktur; ulusumuzun baş hüneridir bu. Doğrusu hüner de değil, yaşamımızın daha çok karakteristik bir dışavurumudur. Islığı hepimiz çalarız ama hiçbirimiz kuşkusuz sanat diye öne sürmeyi düşünmez bunu.” Görüldüğü gibi Josefine’nin aslında kitleleri etkilediği ıslığının ve tutturduğu şarkıların fare ulusu açısından mucizevi bir anlamıyok. Herkes bu ıslığı çalabilecek kudrete sahip ama Josefine kendi ıslığınınbir sanat olduğunu öne sürüyor ve halkı buna ikna ederek bu sanatın ulusun varlığı için elzem olduğuna inanmalarını sağlıyor.
Kafka’nın bu öyküsü bana kitleleri peşinden sürükleyen politikacıları ve aldıkları kararlar ne kadar absürt olursa olsun onları sorgulamaya bile gerek duymayan, otorite ne derse emir telakki eden günümüz toplumunu ve siyaset hayatını hatırlatıyor. Çünkü bireyselliğin gelişmediği toplumlarda çoğunluğa uymanın, sorgulamadan tavır geliştirmenin önü alınamıyor. Burada topluluğun muhalif ya da otorite yanlısı olması da çok şey değiştirmiyor. Çünkü iki tarafında bir şekilde uyduğu ve genellikle sistem tarafından belirlenmiş kurallar var.
Kafka’nın öyküsünde de bunu görüyoruz, Josefine’nin yaptığının farkında olan ama bir şekilde baş kaldırmak yerine kitleye uyan, ıslıktan haz almaya devam eden toplulukların olduğu metinde açıkça yer ediyor. Oysa Josefine, “karşıt düşüncedekileri sadece hor görüyor, belki de onlara içten içe kin duyuyor” diyor anlatıcı ve ekliyor; “İnsan karşısına oturdu mu, anlıyor kendisini; ona karşı muhalefet, ancak uzaktan uzağa yapılabiliyor; karşısında insan seziyor ki, onun ıslığı salt ıslıktan başka bir şeydir.” Peki nedir onun ıslığını bu denli etkili yapan derseniz, sanırım onun ıslığıartık elinde tuttuğu gücün sesine dönüşmüştür ve bu denli etkili olması belki bundandır. Josefine o kadar iktidar sahibi hissediyordur ki kendisini, fare halkına başka türlüsünün olamayacağını, onun ıslığı olmadan var olamayacaklarını, uluslarının kaderinin ona bağlı olduğunu söyleyip dururve fare halkı da buna inanır. Bu inanç bir süre sonra o sesin gücünü içselleştirmeye ve durum ne kadar “garip” olursa olsun o sese itaat etmeye sebep olur. Oysa Josefine’e bu gücü veren de fare ulusunun kendisidir ama farkında değillerdir çünkü “o politik ve ekonomik sıkıntılardan” onun şarkısı sayesinde kurtulduklarına, “felaketi onların üzerinden kovup uzaklaştırdığına” halkı inandırmış durumdadır.
Peki öyle mi gerçekten Josefine, şarkısıyla veya ıslığıyla halkının sorunlarını çözebiliyor mu? Anlatıcı bu konuya da açıklık getiriyor, “toplantıların beklenmedik anda düşmanlarımız tarafından dağıtıldığı, bazılarımızın bu arada can verdiği, oysa bütün olup bitenin suçlusu gözüyle bakılacak, hattâ belki ıslığıyla düşmanı çağırıp getiren Josefine’nin her vakit en güvenilir yeri elinde bulundurduğu taraftarlarının koruyuculuğuna sığınıp, usulcacık ve çarçabuk hepimizden önce sıvıştığı eklenirse!” buradan öğreniyoruz ki halk tehlikeye açık bir hâl içerisinde kaldığında Josefine en iyi sığınaklarda saklanıyor, kimileri onun ıslığı yüzünden can verirken o sıvışmasını biliyor. Fare halkı bunun farkında aslında ama Josefine’nin “dalkavukları”eleştirilere “başka nasıl olur ki” diye cevap verip, onun ıslığının fare halkının kaderinibelirlediğineonları ikna etmek için ellerinden geleni ardına koymuyorlar. Sadece bununla da kalmıyor “dalkavuklar” mesela, Josefine ıslık çalmaya başladığında yeterince kitle toplanmamışsa onun haberi bile olmadan kitleyi toplayıp, Josefine’e gücünün devam ettiğini hissettiriyorlar. Böylece “başkaları kendilerini susmak zorunda görürken sesini duyuran bu ıslık, adeta ulusun tek kişiye bir bildirgesi gibi yayılıyor çevreye…”
Aslında fare halkının karakterine bakıldığında, “kayıtsız şartsız bir bağlılığı tanımayan”, “açıkgözlülüğü her şeyden çok seven bir ulus” gibi tanımlamalar yapılıyor. Ama şu da söyleniyor, “Josefine dayatıyor; hiçlikten öteye gitmeyen bu ses, hiçlikten öteye gitmeyen bu başarı dayatıyor, bize doğru bir yol açıyor kendine; bunu düşünmek doğrusu hoş bir şey.” Anlıyoruz ki Josefine’nin dayattığı hiçlik bir süre sonra içsel hâle geliyor ve fare halkı ne kadar “açıkgözlü” bir halk olarak tabir edilse de onu tahakküm altına alan sese kapılıp gidiyor. Bu sesin onu “hiçlik” dışında bir yere götürmeyeceğini bile bile hem de. Tıpkı günümüzde otorite sahiplerinin bizi hiçliğe götüren sesi gibi. Peki, neden otoritenin sesi bu kadar etkili derseniz, fare halkı da bilmiyordu aslında, bizim de çoğu zaman anlam veremediğimiz gibi.
[1]Robertson, R. (2007), “Kafka”, (Çev. Elif Böke), s.41, Ankara: Dost.
[2]Akt. Robertson, R. “Kafka”, (Çev. Elif Böke), s.41, Ankara: Dost.
[3]Löwy, M. (2018), “Kafka, ‘Boyun Eğmeyen Hayalperest’”, (Çev. Işık Ergüden), s. 133-137., İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[4] Kafka, F. (2016), “Bütün Öyküler”, (Çev. Kamuran Şipal), s. 244-263., İstanbul: Cem Yayınevi.