“Şimdi burada varlığım eksik ölçülü melodilerde, düşüncelerin taşıdığı en ufak huzursuzlukta bir mum ışığı misali titremekte. Beni zihnindeki bir duygu durumu kavramına hapseden herkesten bir gün hesap soracağım.” (Medusa-Zeynep Çolakoğlu)
Karanlıktaki Kadınlar, 9 gözleri gülen kadının ortak projesi olarak okuyucuyla buluşuyor. Orkide Ünsür projenin öncülüğünü yapıyor. Ne yazmaktan, ne de korkularını ifşadan korkmuyorlar!
Korkmadıkça güzelleşiyor, güzelleştikçe direniyorlar.
Cadıların düdüğünü üfledikçe içler ürperten hikâyeler çalıyorlar. Bildiğimizin yanında bilmediğimiz korkuları da yazıyorlar.
Kitabın lansmanında altısıyla tanıştığım (3’ü önemli sebeplerden katılım sağlayamamıştı) bu dokuz kadın, korkuları korkusuzca anlatıyor. “3 harflilerden” tutunda, yapıların içlerinde gezen ruhlara, altında çığlık atan tarihe, dokuz ayrı korkusu damağınızda kalacak hikâye sunuyorlar.
İstanbul’u sevenler, belki daha önce İstanbul’dan hiç bu kadar korkmamış olarak kapatıyor kitabın kapağını. Şehrin, dokuz tarihi mekanında geçen, dokuz ayrı hikaye ve bu hikayelere tırnaklarıyla dokunan dokuz cesur kadın.
Kız Kulesi’nin o bilindik hikayesine başka bir anlam taşıyor Işın Beril Tetik…“Bildin mi şimdi kim olduğunu, ne olduğunu, çocuk?” diye soruyor hiç olmadık yerde, Yılanın Rüyası öyküsüyle…. Verecek cevabı ararken ve tam da bulduğunuzu sanırken Bakireler Mabedi’nde buluyorsunuz kendinizi. Karabasan gibi yüreğinize oturan silüetlerden kurtulma çabasıyla kan-ter koşarken kendi içinizden kendinize, bu defa “İstanbul’da sadece yaşayanlara değil, ölülere de yer yoktu!” diyen Gebe öyküsüne tosluyorsunuz.
Ve elbette Medusa… Tarafsız olamayacağım. Eserde, dönüp tekrar okumaktan keyif aldığım favori öyküm oluyor.
“Çok eski zamanlarda yaşıyor olsaydık, o bir Kılavuz’du. Yapması gerekeni içinde hissediyor ama nedenini bilemiyordu.” (İstanbul Büyücüsü | Gülbike Berkkam)Yazar, Kılavuz’u aramak üzerine sizi yola çıkarıyor.
Karanlık Opera, sırtınızdaki soğuk ter gibi sızıyor aşağıya… Ve yazarın da dediği gibi ürpererek okutuyor kendini. Bildiğiniz Süreyya Operası başka bir iklime kavuşuyor yazarın kelimeleriyle.
Cadı Bostanı’yla, o en sevilenle gezilen Caddebostan’da artık ensenize nefesini üfleyen bir hayaletle yol alıyorsunuz.
Büyükada’da bulunan Rum Yetimhanesi’nde geçen Prinkipo’daki Hayalet öyküsüyle belki de ilk defa öğreniyoruz Prinkipo’nun Büyükada olduğunu. Öyküde; hem kadın, hem erkek dünyasından anlatıyor korkuyu yazar. Ve olduramadıklarını da ekleyerek üzerine.
Son olarak Sofia’nın Dönüşümü: Apokatastasis… “Bir an zihni ‘kadın başına’ kelimelerinin etrafında dönüp durdu. Kendi acizliğine kızdı sonra. Zira bu söylemi geliştiren erkek egemen zihniyete en zorlu anlarda dahi ‘kadın başına’ neler yapabileceğini kanıtlamıştı.”
Rahmin ağzı açıldı; bebeğin ağzıyla, kadının rahminin ağzı tek ağız oldu. Bebek mi atan çığlığı, rahim mi? ( Bu da 10.cu kadın olarak benden selamlama olsun korkuya direnen kadınlara)
“Söyler misin sevgili Sofia, nasıl temizlemeliyiz ruhunu?”
Ayça Güngör – edebiyathaber.net (16 Mayıs 2018)